MİHRAC URAL DOSYASI TAMAMLANIYOR

İbrahim Yalçın

Mihrac Ural’ı teşhir kampanyamızın üzerinden iki yıldan fazla bir süre geçti. Daha ne kadar süreceği de belirsiz. “Söylenmedik ne kaldı?..” diye sorabilirsiniz. Biz de bilmiyoruz. Tamamdır, sonuna geldik demeye varmadan yepyeni şeyler ortaya çıkıyor. Okuyucu ne der bilemem ama ben bile bazen şaşırıp kalıyorum. Aklın alamayacağı boyutta iğrenç ilişkilerle karşı karşıyayız. 

12 Eylül’den bugüne ülkemizin ne hale getirildiğini biliyoruz, yazmaya gerek yok, herşey gözler önündedir. Ekonomisinden siyasetine, etik değerlerinden düşün yapısına kadar herşey kirletilmiş ve ters-yüz edilmiştir. Toplumsal değer yargılarının temelleri dinamitlenmiştir. Bilgi kirliliği yaratılarak belleklerin yeniden yazılması yoluna gidilmiştir. 

Sol ve sosyalizm adına ne söylenmişse hepsinin yok sayılması isteniyor ve “yeniden” başlamaktan dem vuruluyor. “Yeni şeyler” söylemek adına inkârcılık reddiyecilik ideolojisi pompalanıyor. Yeni söylem, yeni adımlar, yeni mücadele ve yeni devrim anlayışı iddiaları öne çıkarılıyor. Buna karşın “yeni” denilebilecek hiçbir şey yapılmıyor. Eylül öncesi dönemin devrim adına yola çıkmış yapıları marjinalleşti. Yeni’den söz edenlerin bile marjinalleşen eskilerle idare etmek(!) zorunda kaldıkları bir paradoksu yaşıyoruz. Yenilere her zaman ihtiyacımızın olduğu gözardı ediliyor. “Yeniden daha yeni” aramaya kalkanların kafa karışıklığı içinde oldukları gözden kaçırılıyor. 

Yeniye ihtiyacı olanların eski ile hesaplaşmaları gerektiğinden kimse bahsetmiyor. Eski ile hesaplaşmayanların yeniden bahsetmeleri, akıl almaz bir cehaletin samimiyetsizliğin ve adam sendeciliğin utangaç söylemidir. Boştur, anlamsızdır, “ben söyledimci” pasifizmdir. Soyut söylemlerin sanal ortamda havada uçuştuğu bir dönemde, söylemleriyle eylemleri arasındaki karşıtlığı kendi pratiklerinde günübirlik yaşayanların “yeni yeni” diye tekrarı tekrar etmeleri kadar anlamsız ne olabilir? 

Gündelik yaşamda karşılığı bulunmayan “ben söyledimci” yasak savmalarla bir yerlere varılamayacağını bilmelerine rağmen sözde yenilikçi kesilenlerin ciddiyetlerini sorgulamak bile anlamsız olacaktır. İşin özü; ciddiyetten uzak, içtenlikten yoksun ve bugünden yarına yol gösterici veya perspektif sunucu somut sonuçlar doğurabileceğine, söyleyenlerin bile inanmadığı sözlere takılıp kalmak, zaman kaybından başka hiçbir işe yaramayacaktır. 

Yeni, sonuçtur. Eskiden arınmadan, eski ile hesaplaşmadan, eskiyi en küçük parçalarına ayırmadan ve dokularına kadar gözden geçirmeden, yeniden bahsetmek, eskiden kaçmak anlamına gelir. Eskiden kaçmak; farkında olunmadan, bireyin kendisinden kaçtığı, kendine bile yabancılaştığı, kendini inkâr ettiği gerçeği ile örtüşmesi olacaktır.  Ve bu başka birşeydir. Bunun adı, başkalaşmaktır. Eskiden kaçarak kurtulmanın bir tek yolu vardır; başkalaşmak!.. 

Başkalaşmadan kurtulmanın, eskiyi yok saymanın ya da unutmanın imkânsızlığı bilinmeden, “yeni”den bahsetmek, boşluğa konuşmaktır, yankı bulması olanaksızdır. 

Başkalaştıklarını söylemeden, söyleyemeden, söylemek istemeden, “eskiyi boşver, yeniye bakalım” diyen arkadaşlar yoldaşlar solcular, ne yazık ki, bugün her zamankinden daha çokturlar. Susuyorlar. Konuşmuyorlar. Başkalaşmışlar. Bambaşka olmuşlar. Suskunlukları başkalaşımın kanıtıdır. 

Türkiye'nin sosyalistleri marjinelleşti. Yakın gelecekte kütleselleşeceğine ilişkin ufukta gözüken umut ışığı yok. Eylül karartması devam ediyor ve karanlığın aydınlatılması çabaları son derece cılız. 

“Nereden başlamak gerekiyor?..” sorusuna, eskiden başlamak, eskiyi kırıp dökmeden, arızalarından arındırıp yenilemek gerektiğine inanıyorum. Türkiye’nin Kürtleri bunu başardı. Türkiye’nin İslamcıları bile bunu başardı. 

Türkiye’nin Kürtleri, eskiden beri günübirlik iç hesaplaşmalarını yaparak çoğaldılar. Israr ettiler, inatlarında ısrar ederek inandırıcı oldular, güven verdiler, kütleselleştiler. Eskilerini inkâr etmeden ama affetmeden parçalarına ayırarak, parça parça ederek arızalarını buldular, eskiyi onardılar yenilediler ve iktidar oldular. 

Türkiye’nin islamcıları, Erbakan’ın marjinalleştirdiği islami ideolojiyi reddetmeden, ama parçalarına ayırarak gözden geçirdiler. Erbakan arızasını bulup değiştirdiler ve kütleselleştiler, iktidar oldular. 

Türkiye’nin sosyalistleri de bunu başarabilir. Başarmak için başlamak gerekiyor. Nereden başlamalı?.. 

İşte, asıl sorun bu!.. 

BU SÜREÇTEN RAHATSIZ OLANLAR OLDU 

Mihrac Ural’ı teşhir kampanyamız devam ederken, bazı arkadaşlarımız rahatsız oldu. Açık açık söylemediler ama rahatsız oldukları belli oluyordu. “Ne gereği var şimdi!..” dediler. Aradan bunca zaman geçtiği için “eski defterleri” karıştırmanın anlamsız olduğunu söylediler. Samimi olanları, “Atı alan Üsküdarı geçti. Bu adam zaten tek başına ortada kaldı. Uğraşmaya değmez. Enerjinizi başka işlerde harcayın...” dediler. Samimiydiler ama bir şeyi anlamıyorlardı. 

Mihrac Ural’ın tek başına kalıp kalmaması önemli değildi. Kalsa ne olurdu, kalmasa ne olurdu. Adamın çetleşmelerini uzun uzun yazdık deşifre ettik. İlgilenenler okumuştur. Devrim ve sosyalizm adına ne varsa hepsini yemiş bitirmiş. Oruç tutuyor, namaz kılıyor, ticari ilişkiler içinde kıvranıyor ve pis ilişkilerine devam ediyor. Öldürdüğü, öldürttüğü ve ölümlerine bilerek isteyerek sebep olduğu devrimcilerin üzerinden kazanç sağlıyor. 

Acilciler adını kirleterek tasfiye etmesi ve Sacilciler’e dönüştürmesi yetmezmiş gibi, eski örgüt adını kullanarak siyasi bir kişilik olduğunu iddia ediyor, kendini pazarlamaya çalışıyor. Yalan söylüyor, tehdit ediyor. Pislikleri yazıldıkça hop oturup hop kalkıyor. 

Korkudandır. İhanetlerini çok iyi biliyor ve unutulmadığını gördükçe korkuyor. Konuşanlara ve henüz konuşmamış olanlara yönelik mesajlar vermeye çalışıyor. 

Biz bir ilki gerçekleştirdik. Kendi içimizdeki eskiyi, kokuşmuşu ve her tarafı irin olmuş yarayı deştik. Yaramıza neşter vurduk ve hastalığımızın nedenlerini öğrendik. İllegal silahlı bir devrim örgütünde ortaya çıkabilecek ihanete karşı, eskisinden daha çok tecrübeliyiz. Sorgulamayı, neden ve sonuç ilişkilerindeki karmaşanın denklemini çözmeyi belledik. Gelecek kuşakların bundan ders almaları için öğrendiklerimizi bildiklerimizi yazılı hale getirdik. Yeniyi inşa ederken eskinin “un ufak” edilebileceğini, iyilerle kötülerin ancak bu şekilde ayırdedileceğini dosta düşmana gösterdik. 

Bizimle başlayan, bizimle bitmesin. Her sosyalistin kendisinden başlayarak içinde yer aldığı yapının arızalarını ancak ve ancak bu şekilde onarabileceğini, yola devam etmek istiyorsa buradan başlaması gerektiğini anlatmaya çalışıyoruz. İki senedir yaptıklarımız ortada. Kırıp dökmeden arıza(lar)mızı bulmaya çalışıyoruz. Bu kadar “moloz yığını” ile karşılaşacağımızı tahmin edemiyorduk. Yanılmışız, tahminlerimizin çok üstündeymiş. 

Peki, başarabildik mi?.. 

Büyük oranda başardık sayılır. Türkiye’nin her tarafından olumlu tepkiler aldık ve almaya devam ediyoruz. Artık şunu rahatlıkla söyleyebiliyoruz. Acilciler örgütünün Suriye kanadı Sacilciler’i açıktan savunabilecek bir tek devrimci kalmamıştır. Sacilciler’in sanal sekreteri Mihrac’ı çırılçıplak edeceğiz demiştik ve çırılçıplak ettik. 

O bir hırsızdı, ispatladık. O bir yoldaş katiliydi, ispatladık. O bir zehir tüccarı aracısıydı, ispatladık. O bir muhbirdi, ispatladık. O bir ajandı, ispatladık. Yalancıydı, yalanlarını yüzüne çarptık. Korkaktı ama korkusuz olduğunu söylüyordu, tam bir ödlek olduğunu gösterdik. 

“Ser verdim sır vermedim!..” diyordu. Meydan okuduk susturduk. Polis ifadesini sorduk, kaybolduğunu söylüyor. İşkence görmediğini ve yakayı ele verir vermez teslim olup Acilcileri ehlileştirmeye yemin ettiğini, kuşkuya yer vermeyecek şekilde teferruatlarına varıncaya kadar ayrıntılarıyla ortaya serdik. Ve... 

O bir MİT ajanıdır dedik. Geç mi kaldık?.. Evet geç kaldık. Ama yaptık!.. 

Bizim için olmasa bile, bizden sonra gelecekler için yaptık. Sosyalizm mücadelesi bitmiş değil. Yolun başında sayılırız. Bu mücadelenin içinde bir değil, belki binlerce Mihrac Ural(lar) türeyecektir. Yeni kuşak devrimcilerin, yeni Mihrac Ural(lar)'a karşı daha uyanık olmalarının kodlarını verdik.

Biz başlatmadık. Başlatan kendisi oldu. Neden başlattığını Engin Erkiner yazdı. Haydar Kılıç ise bir başka açıdan değerlendirdi. Her ikisi de doğrudur. 

Neden başlattığı sorusunun birden çok cevabı vardır. 

Birincisi:  Kuşkular içinde yaşıyordu ve korkuyordu. Yaptıklarını biliyordu. Ortaya çıkıp bakmak istedi. Unutulup unutulmadığını, kendisiyle ilgilenen olup olmayacağını görmek istiyordu. Ortaya çıktı ve gerçeği gördü. Ali Çakmaklı korkusunu yenemedi. Müntecep Kesici korkusunun halâ taptaze olduğunu anladı. Yusuf (Zihni Alan) ihanetinin unutulmadığını, Sami (Gökhan Saç) yalanına inanılmadığını gördü. 

Öldürdüğü ve öldürttüğü yoldaşlarımızın gölgesine sığınmak için “Şehitler Haftası” düzenledi. Karartma yapmaya kalktı. Bütün ışıkların üstüne çevrildiğini görünce paniğe kapıldı ve saldırmaya hırlamaya başladı. Nebil Rahuma gerçeği bu dönemde ortaya çıktı. Bir hafta önce “çok sevdiğim dostum” dediği Erkan Ulaşan’ı “ölü konuşturucu” ilan etti ve hakaretler yağdırdı. 

"Ankara'da Samsun'da Bursa'da neler oldu?..” sorusuyla karşılaştığında, Mustafa Burgaz’a saldırmak istedi. Tutmadı. Kabul etti. “Evet, Bursa’da resimlerimiz çekilmiş, takip edilmiştik!..” dedi. İpin ucunu kaçırdığını anlayınca, “Yeter artık, bu tartışma bitmiştir!..” dedi. Lakin, ortada tartışma falan yoktu. Teşhir ederek tecrit ediyorduk. Saldırı başlattığına bin pişman oldu. 

İkincisi:  Örgüt kuruyorlar kaygısına düştü ve aklı sıra önlemeye çalıştı. Özgür Medya’da bir araya gelen kimi eski arkadaşların yanyana duruşları bile onu ürküttü. Ürkektir. Ürkekliği, kendine olan güvensiz-liğindendir. İki tane eski Acilci biraraya gelse, kendisini konuşacaklar sanır ve tedirgin olur. Aralarına nifak tohumları sokmak ve birbirlerine düşman etmek için elinden gelen her şeyi yapar. 

Ciddi bir sermaye birikimi yapmış, keyfi rahatı yerindeydi. Siyaset ticaret ihanet ilişkilerine devam ediyordu. Bir araya gelen eskilerin ilk hedefi olacağını sanıyordu. Kuşkuları arttıkça kafası karıştı. İlk başlayanın başarılı olacağını sandı. Yanıldı... 

Bulabildiği her ismin arkasından koşarak “yoldaş, kadim dost” demeye başladı. Eski yoldaşları tarafından adam yerine konulmadı. Bunu farketti ve yöntem değiştirdi. Hokkabazlık yapmaya başladı. Kapıdan kovulduğu yere bacadan girmeye çalıştı. Siyaset tutmayınca ticari ortaklık önerdi. Bir Memet, bir A. Fuat, birkaç Ömer buldu. Buna da şükür. Kim bilir belki birkaç ördek daha bulabilir. 

Önemi kalmamıştır. Tepeden tırnağa çırılçıplak edilmiş ve hücrelerine kadar gözler önüne serilmiştir. Mihrac Ural’la iş yapmaya kalkmak, her babayiğidin harcı değildir artık. Herkes başkalaşabilir. Ama herkes onursuz olamaz ki!.. 

Üçüncüsü:  Onun bütün amacı, kanını emerek posasını çıkarttığı ve MİT’e Muhaberat’a teslim ettiği bu örgütten kalan devrimci değerlerin “tapusu”na tek başına sahip olmaktır. Çoluk çocuğuna ve kız kardeşlerine miras bırakmaktır. Son zamanlarda birden bire "Acilci" (pardon, Sacilci) oluveren Mihriban’a bakınız. 

Haydar Kılıç’ın dediği gibi, “Yaptıklarına bakınız, ne yapmak istediğini anlarsınız”. 1981’den 1988’e kadar, Türkiye’de kolunun ulaştığı herkesi Suriye’ye çıkartmaya çalıştı. Suriye’ye geçiş yapan herkes Mihrac Ural sermayesine sermaye katmak işinde kullanıldı. Deniz bitti ama yeteri kadar sermaye birikimi yapılmış oldu. 

Aynı yöntem şimdi de yapılmak isteniyor. Sadece biçim farklı. Bugünlerde her tarafa yine haberler salınıyor. Mümkün olan herkesin Suriye’ye getirilerek “Hoca”(!) ile görüşmesi isteniyor. Adamına göre gerekçeleri var. Kimilerine iş ortaklığı teklif ediliyor. Kimilerine “Hoca seni çok özlemiş, mutlaka görüşmek koklaşmak istiyor!..” deniliyor. Suriye’ye götürebildikleriyle derhal “Şehitler Mezarlığı”nı ziyaret ederek eller havada fotoğraflar çektiriyorlar. Daha sonra “Ayrı Varlık”ta kullanmak üzere bir köşede tutuyor arşivliyorlar. Mutlaka bir de “devrim andı” içiyorlar. 

Suriye’ye çıkartamadıklarını Antakya’da “baba evi”ne çağırıyorlar, sofra kuruyorlar, “ticari ortaklık” teklifi yapıyorlar ya da bu yönde mesajlar vererek beklemeye alıyorlar. Amaçları insan kazanmak, örgütlemek değil. Kesinlikle öyle bir niyetleri yok. Öyle bir niyetleri olsaydı, hazır eldekini paramparça etmezlerdi.  Mihrac Ural felsefesidir, bilmeyenler varsa öğrensin, “Nerde çokluk, orda bokluk!..”. 

Çoğalma varsa risk de vardır. Mihrac için, her adam bir hisse demektir. İşine gelmez. Amaçları çokluk değil, çoğalmak hiç değil. Amaç; etkisizleştirme, tarafsızlaştırma, mümkün olursa bizlere birkaç cümle küfür ettirmektir. Bunu yapanların ve yapacak olanların ayakları yerden kesilir, başı bulutlara değer. Bir süre “kahraman yoldaş, kadim dost” ilan edilir. Kullanım değeri bittiği gün unutulur, o kadar. 

Amaç, etkisizleştirmek tarafsızlaştırmak ve mümkünse bir süre kullanabilmektir. Bunun için çağırırlar, ekonomik sıkıntılarını sorarlar ve umut verirler, fotoğraf çekerler. Çekilen fotoğraflar derhal bloklarında yayınlanır. “Bakın işte bizdendir” demek için kullanılır. Tipik bir Mihrac Ural yöntemidir. 

Bu bir orta oyunudur. Bu oyuna bilmeden alet olanları uyarıyoruz. Bilerek alet olanlar, hiç ama hiç unutmasınlar, ihanetin ortaklarıdır. İhanete alet olanların, bundan sonra “bilmiyordum, yanıldım” demeye hakları yoktur. 

Haydar Kılıç doğru söylüyor. Mihrac Ural Türkiye’ye dönmez. Öyle bir niyeti kesinlikle yoktur ve olmamıştır. 

Haydar Kılıç yanılıyor. Mihrac Ural’ın Suriye’de siyasi bir kimlik edinme diye bir derdi yoktur. O çapını (daha doğrusu, çapsızlığını) herkesten çok daha iyi biliyor. 

Onun bütün amacı, ele geçirdiğini sandığı devrimci değerlerimizin üstüne yatmaktır. Gerisi boş laftır. 

Dördüncüsü:  Siyaset, devrim, demokrasi, Türk, Kürt, Arap onun umurunda değildir. Çok bilmiş olmak gerekmiyor. Yaptıklarına bakınız yeterlidir. Çetleşmeleri, onun suratına tutulmuş bir aynadır. Aynaya bakın... 

Tekrar ediyorum. Biz başlatmadık. Başlatan kendisi oldu. Şimdi kalkmış, “Bu tartışma bitmiştir!..” diyor. Öyle şey olmaz. Başlamışsa bitirilmelidir. “Bitmiştir” demekle bitmiyor. Bu sürecin, gözle görülür somut sonuçları olmalıdır. Bu süreci izleyen Acilciler, Türkiyeli Türk ve Kürt sosyalistleri, bu sürecin somut sonuçlarını bekliyorlar. Ortada hesabı verilmemiş yığınla iddia vardır. Bunların muhatapları vardır. Sözün bittigi yerde hesaplaşma kaçınılmaz olur. 

HESAPLAŞMA SÜRECİNE GİRİYORUZ 

Az kaldı. Ne yazmışsak hepsinin belgeleri vardır. Ne söylemişsek hepsinin canlı tanıkları vardır. Yazdıklarımızın söylediklerimizin arkasındayız. Abartmadan, kara çalmadan, yalan yanlış ve kulaktan duyma dedikodulara itibar etmeden, söylediğimiz herşeyi gözler önüne sereceğimiz ve değerlendirme yapmalarını isteyeceğimiz bir komisyon kurulmasında ısrarlıyız. 

Kaçmak, “ipe un sermek” yok. Kaçmaya çalışanların peşini bırakmayacağız. İnlerine kadar kovalayacağız. Kulaklarından tutarak kurulacak komisyonun önüne çıkartacağız. Final böyle olmalı. 

Mihrac Ural’ın ne kadar korktuğunu çok iyi bilenlerdenim. Korkularının başında Kürtlere yaptığı ihanet vardır. Daha önce yazmaya çalıştık, hazırlıksız yakalanmasın diye “ipucu” verdik. Haydar Yılmaz ile birlikte, “Abdullah Öcalan’ı en son ne zaman gördün?..” diye soru sorduk. 

Duymadı. “Üç maymun” oyunu oynadı. Hemen bir Abdullah Öcalan güzellemesi yazdı. Her zamanki gibi aklınca karartma yapmaya kalktı. Korkudan olsa gerek. Ne zaman sıkışsa, Kürt gölgesine sığımaya çalışıyor. Tam bir bedevi sahtekârlığı. 

Kürt korkusu yüreğine öyle sinmişki, sanal ortamda çetleştiği cici kızlara bile PKK’dan Cemil Bayık’tan ve Abdullah Öcalan ile dostluğundan bahsediyor. “Sana bir sır vereceğim dinle bak” diyor ve Abdullah Öcalan’ın “biberi çok sevdiğini” anlatıyor. “Cemil Bayık’ın başına bir şey gelirse konuşacaklarım var!..” diye kendisinin ne kadar büyük bir adam olduğunu anlatıyor. “Kadim dostlarım” dediği Kürt özgürlük savaşçılarının gölgesine sığınmak için yırtınıyor. Kürt gölgesine sığınarak “adam” olmaya çalışıyor. Sanal ortamda söyledikleri baştan sona yalandır. Hiçbir ciddiyeti yoktur. 

Abdullah Öcalan sorgu hakimliğinde verdiği ifade de açık seçik söylüyor. “Hatay’da PKK’ya bir alan açmak istedik ve orada güçlü olduğunu sandığımız Acilciler’den yardım alamadık” diyor. 

Soruyorum. Mihrac Ural’ın sanal’da attığı palavraları dışında Kürt gerillasına doğrudan maddi bir desteği olmuş mudur? Hayır olmamıştır!.. 

Dayanışma adına tek bir kişiyi Kürt gerillasıyla birlikte savaşmak için gönderme girişimi gayreti çabası olmuş mudur? Kesinlikle olmamıştır!.. 

Olmadığı gibi, gitmek isteyenleri de engellemiş ve bu hareketin başarılı olamayacağı konusunda nutuklar çekmiştir. Ortada elle tutulur hiçbir somut katkı ve destek söz konusu değilken, bunca çığırtkanlığın anlamı nedir peki? 

Gücün gölgesinde olursa güçlü görüleceğini sanıyor.  Kâhya kılığına girerek maraba toplamaya çalışan simsar gibi tüccar muamelesi görmek istiyor. 

Gülünç oluyor. 

Annesini babasını bile kullanmaktan çekinmeyen bu zavallının Kürt gölgesinde soluklanmak istemesi kendince doğal olsa bile, buna razı gelecek ya da bu rezalete tahammül edecek Kürt olabileceğine inanmıyorum. 

Kürt gölgesinde soluklanmaya kalkmak, bir hırsız, bir katil, bir ajana düşmez. O gölgede, binlerce devrim şehidinin ve binlerce özgürlük savaşçısının aydınlığı vardır. Mihrac Ural adlı uğursuzun burada yeri yoktur. 

Mihrac Ural’ın yumuşak karnı, Kürt özgürlük hareketiyle olan ilişkileridir. “Kürtleri çok seviyorum!..” diye takla atmasına bakmayınız. Yerli yersiz, Abdullah Öcalan’dan “kadim dostum” diye söz etmesine aldırmayınız. Mihrac Ural, Kürt özgürlük hareketi PKK'nin yeminli düşmanıdır. Söylemiş olmak için söylemiyorum. Böyle bir şeye tenezzül etmeyi aklımın ucundan bile geçirmem.  İddia ediyorum. İddalarımı teker teker ispat ediyorum. 

Mihrac URAL’ın Abdullah Öcalan’a karşı kurduğu İhanetin bir numaralı tanığı vardır. Bu süreci doğrudan kendi anlatımıyla devrimci kamuoyunun bilgisine sunacağız. Az kaldı fazla bekletmeyeceğiz. 

Hatırlarsanız. Mihrac Ural, Acilciler arşivini tarihçilere açmaktan bahsediyordu. Tarihçilere açacağını söylediği arşivini (evinin yatak odası dahil) cici kızlara açıyormuş. Beş para etmez bir sanal sekreterin acınası sefaletini, çetleşmelerinde okuduk. Yüz kızartıcı kepazeliklerini yazmadık ama okuduk ve gördük. 

Gördük ki, biz bir zavallıyla uğraşıyoruz. Bu zavallı adamın iç dünyası çirkinlikle pislikle hainlikle denetim altına alınmış, kelimenin gerçek anlamıyla ucuza kapatılarak ispiyoncu yapılmıştır. Önüne gelen herkese saldırması bundandır. Herkesin kendisi gibi olmasını istediğindendir. Herkes kendisi gibi olursa, gözden uzak olacağını sanıyor. Aldanıyor. 

Bugüne kadar ne yazmışsa tersini yazdık. 

İtirafçı olduğumuzu, hain olduğumuzu, MİT ajanı, muhbir ve sızma olduğumuzu iddia etti. 23 sene önce söylediği yalanların altını bir daha çizdi. 

23 yıl önce, Ali Sönmez ve ben  ayrı ayrı birkaç defa sözlü ve yazılı çağrı yaptık. “Devrimcilerden oluşan bir komisyon kuralım ve içimizdeki haini kulağından tutup yakalayalım” dedik. Gelmedi. 

Aradan 23 sene geçti. Haydar Yılmaz çağrı yaptı. Engin Erkiner çağrı yaptı. Ben, tekrar çağrı yaptım. Haydar Kılıç yaptı. Son olarak, İrfan Dayıoğlu da bir çağrı yaptı. Gelelim konuşalım dedik. Acilciler'den ve diğer devrimcilerden oluşan bir komisyon önünde hiçbir ön koşul ileri sürmeden iddialarını ispat etmeye var mısın, dedik. Duymadı görmedi. Üç maymun oyunu oynamaya devam etti. 

GEL HESAPLAŞALIM 

Düelloya davet etmiyoruz. Öyle niyetimiz yok. Bu süreci Mihrac Ural başlattı. Bugüne kadar en aşağılık yöntemlerle saldırdı. Kara çaldı, küfür etti, tehdit yaptı. 

“Hodri meydan!..” dedik. Şimdi kaçmaya çalışıyor. “Bu tartışma bitmiştir. Herkes söyleyeceğini söyledi. Konu kapansın artık!..” diyor. Böyle bir şey olur mu?

Suçlu olanları, devrimci öldüren ajanları, itirafçılık ihbarcılık tasfiyecilik ve eroin-esrar pazarlaması yapanları, hainleri hırsızları ortaya çıkartmalıyız. Devrimci kamuoyu önüde teşhir etmeliyiz. Söylediklerini ispat edemeyen pislikleri teşhir ve tecrit etmeliyiz. Söyledikleri ispat edemeyenlerin iftiracı olduğunu görmeliyiz. 

Boşluğa konuşmak, karanlıkta ıslık çalmak yok. Hodri meydan!.. 

Türkiyeli devrimcilerin ve Kürt yurtseverlerin önünde her türlü platformda konuşalım. Yüzyüze gelmek istenmiyorsa, başka yöntemler bulalım. Zor değil.  Birçok yöntem bulmak mümkündür. 
Yeter ki hesaplaşma isteği kabul edilsin. 

Mihrac Ural bu sorunun asıl muhatabıdır. Cesareti varsa, birazcık olsun kendine güveni  kalmışsa,  kaçmadan kıvırtmadan iddialarını ispat edebileceği bir zemine evet demelidir. 

“Genel Sekreter” olduğunu iddia ediyor. Gerçekten de öyle mi? Buyursun gelsin o zaman. Sekreteri olduğunu iddia ettiği örgütün önünde hesaplaşalım. 

“Varım!..” diyebiliyor mu? 

Buyursun  gelsin o zaman. Kim(ler)’in sekreteri olduğunu ispat etsin. 

1.Kongre delegelerini toplayalım. “Arşiv”elinde. Kongre delegelerinin kimler olduğunu hepimiz biliyoruz. Delegeleri, MK ve MK yedek üyelerini toplayalım. Herkese sınırsız söz hakkı verelim ve bu örgütlenmenin başından sonuna geçirdiği evreleri tartışarak tarihimizin kahramanlarını hainlerini hırsızlarını gammazlarını, devrimci katillerini ve Kürt düşmanlarını ortaya çıkartıp cezalandıralım. 

“Varım!..” diyen ortaya çıksın. 

Bu kadar insanın, bir araya nerede ve nasıl gelebileceği konusunda kaygılanmaya gerek yok. Kaygısı olan varsa, onu da aşarız. 

Bu örgütün 1.Kongre delegelerine ve kongreye katılma olanağı bulamamış tüm militanlarına bir çağrı yapalım. Her ülkeden ve her şehirden yeteri kadar temsilci seçtirelim, bu temsilcilerin kendi arasında seçeceği bir kurula yetki verelim. Kurul üyeleri herkesle konuşsun, bütün belgeleri incelesin, tanıkları dinlesin. Söyleyecek sözü olan herkesi dinlesin. Sadece Acilciler’i değil, söyleyecek sözü olan değişik örgütlerden insanları da dinlesin. Bir rapor hazırlasın ve bu rapor üzerinden  karar versin. Verilecek kararın sonuçlarını peşinen kabul edeceğimizi ilan edelim. 

THKP-C/Acilciler tarihini ve Acilciler'i incelesinler. Acilciler’in olumlu yönlerinini ortaya çıkarsın ve bunu yaratanları onurlandırsın. Olumsuzluklarını da nedenleriyle birlikte ortaya çıkartsın ve buna sebep olanları mahkûm etsin. 

Mihrac Ural'a sesleniyorum. Kaçmayacaksın. Dik duramayacaksın. Söylediğin her sözün altında kalacaksın. İddialarını tekrar et, belgelerini takdim et, arşivini aç, dosyalarını göster. Onlar, bu örgütlenmenin asıl yaratıcılarıdır. 

Var mısın?.. 

Ben varım. Bugüne kadar ne yazmışsam hepsini teker teker, bir kez daha, kuşkuya yer vermeyecek şekilde ispat etmeye hazırım. Bugüne kadar yaptığım her şeyin altına imzamı atacağım ve savunacağım. Peki sen de hazır mısın? Sen yaptığın şeyleri savunabilecek misin? “Savunuyorum. Ne yaptıysam, ne söylediysem, ne yazdıysam arkasındayım!..” diyebiliyor musun? Hesaplaşmak için, var mısın?.. 

Söylenenler ortada. Söz uçar, yazı kalır. Kaçmadan, evirmeden çevirmeden, söylediğin her şeyin arkasında olmalısın. Genel Sekreter olduğunu söylüyorsun ya, işte o sekreteri olduğun insanları ikna edeceksin. Onların vereceği kararı kabul edeceksin. 

Söyle bakalım var mısın?.. 

Geçmişten günümüze yazılı belgelerin ve canlı tanıkların anlatımlarına dayalı olarak gerçeğin ortaya çıkarılmasına ilişkin komisyon kararına varım demediğin sürece, sen bir hain hırsız ajan olarak anılacaksın ve korku içinde yaşayacaksın. 

Mihrac Ural “Marksist-Leninist” olmadığını söylüyor. Çetleşmelerinde çok açık yazıyor. “Ben, M-L olduğum dönemde bile oruç tutar, namazımı kılardım!..” diyor. Bir yandan M-L olmadığını söylüyor, diğer yandan Acilciler’in “Genel Sekreter”i olduğunu iddia ediyor. O halde Acilciler Komisyonu’na kim olduğunu anlatmalıdır. 

Acilciler’i ehlileştirdiğini söylerken, neyi anlatmak istediğini de anlatacaktır. Ehlileştirmek ile M-L olmamak arasındaki bağı izah etmelidir. Ehlileştirmek ne demek? Bu talimatı kimden aldı? Anlatmalıdır. 

Suçladığın insanların her türlü soruyu sorma hakkı her zaman vardır. Onlar da soru soracak ve cevaplarını alacaktır. Suçladığın kişilerin sorularına cevap vermeye cesaretin var mı?.. 

Cevap verebilecek misin? 

İki seneden fazla oldu. Mihrac Ural hakkında yüzlerce sayfa yazı yazdım ve yüzlerce suçunu deşifre ettim. Herşeyi en küçük bir abartma olmadan yazdım. Yazdıklarımı hiçbir kuşkuya yer bırakmadan belgeleriyle ve olayları birebir yaşamış olan tanıklarıyla kanıtlamaya hazırım. Hepsinin altına imzamı atıyorum. Mihrac Ural aynı şeyi sen de yapabilecek misin?.. 

Korkma, elinde belgeler var. Tarihçilere açmak istediğin arşiv var. 

Bizim yazdığımız her şeyin, belgesiz uydurma ve kurgu olduğunu söylüyor. Ölü konuşturucu olduğumuzu iddia ediyor. İtirafçı, MİT ajanı, Özel Harp Dairesi elemanı olduğumuzu ve ihbarcılık yaptığımızı yazıyor. Bizlerin “sızma” olduğunu söylüyor. Demek ki arşivinde bunları kanıtlayacak belgeler bilgiler var. Koskoca “Genel Sekreter” elbette boş konuşmaz. Elinde iddialarını ispatlayacak yeteri kadar belge bilgi olmalıdır. O halde, kendine güveniyorsa, önerimizi kabul etmelidir... 

Bizleri, kendisini yalan yanlış uydurma iddialarla deşifre eden birer "itirafçı" olarak tanıtıyordu ve kendisinin “ser veren ama sır vermeyen kahraman” olduğundan dem vuruyordu. 

Polis ifadelerimizi getirelim. Getir ki, “ser veren ama sır vermeyen” yiğitleri bütün Türkiye tanısın. Attığımız yalanlar ortaya çıksın. İşkenceyi anlatmalı. Yere battaniye serildiğini, çarmıha gerildiğini ve şartelin indirilip indirilip kaldırılarak vücuduna elektirik verdiklerini söylüyor. Parça parça edilmesine rağmen “ser verdiğini ama sır vermediğini” anlatıyor. İşkembeden atmak yok. Bu yazdıklarını utanıp sıkılmadan komisyona da anlatmalıdır. Parça parça edilmiş durumdayken bir gören oldu mu? Bir tek tanık göstermesi bile yeterlidir. 

Hadi diyelim tanıktan da vazgeçtik. Mihrac’ın hiç yaşamadığı 12 Eylül faşizminin en kanlı dönemlerinde bile, on binlerce devrimci işkenceden geçti. Bu dönemde bile şartelle elektirik işkencesi olmadı. Olmaz zaten. 

Mihrac Ural’dan başka “yere battaniye serilerek çarmıha gerilip şartelle elektirik” verilen bir kişi daha çıksın ve “bana şartelle elektirik işkencesi yaptılar” desin, ben de Mihrac’ın söylediği her şeyin doğru kabul edeceğim!.. 

Bu kadar pervasız bir yalanı insan söyleyebilir mi? Bunu söyleyebilen kişi elektirik işkencesinin sadece adını duymuştur, böyle bir işkence görmemiştir. 

Elektrik işkencesi denildiği zaman, Mihrac’ın aklına şartel gelmiş. “Şarteli indirip indirip kaldırdılar” diye senaryo uydurmuş. Hiç görmediği şeyi görmüş gibi anlatmaya kalkmış. İşte o yüzden, Mihrac Ural’ın kıçı açıkta kalmış!.. 

Sen bu komisyona bildiğin her şeyi anlat Mihrac. Çok yönlü tanınman için anlatmalısın. Hani çetleşirken yazıyordun ya. “Her şey yazılmalı. Türkiye liderini bütün yönleriyle tanımalı” diyordun ya. İşte sana bir fırsat. Kaçma gel ve eteğindeki taşları dök. 

Hazırlıklı olmalısın. Böyle bir komisyon senden ne isteyebilir? İnsanlık halidir. Unutmuş olabilirsin. Bir kez daha hatırlatıyorum. Türkiye’de ve Suriye’de yediğin haltların hesabını soracaklar. 

Bunlar ne olabilir?.. 

İlk olarak, “Ankara – İstanbul arasında 21 gün niçin dolaştırıldığını, nerelere götürüldüğünü ve neler sorulduğunu anlat bakalım!..” diyebilirler. 

21 gün Ankara – İstanbul arasında dolaştırıldığını söyleyen sensin. Hiçbir şey konuşmadığını yazıyorsun. Doğrudur, koskoca “Genel Sekreter” yalan söyleyecek değil ya. Amma velakin, “Antakya’ya neden götürülmediğini” de sorabilirler. 

“Antakya’da davam yoktu, o nedenle götürmediler!..” diyorsun ya, işte onu anlat. Yok muydu ? Emin misin? Unutmuş olabilir misin? Antakyalı devrimcilere soralım mı, ne dersin? “Deşifre oldum” dediğin İstanbul’da ne işin vardı? Saklanmak için, deşifre olmadığın aranmadığın Antakya’da kalmak varken, deşifre olduğun arandığın İstanbul’a neden geldin? Bu çelişkiyi izah etmen için soru soracak olanlara ne diyeceksin?..

İkincisi, cezaevinden kaçmak istemediğini söyledik, “Yalaaan!..” diye bağırdın. “Öyle ise, nasıl kaçtığını anlat!..” diyebilirler. Sakın ola ki, çetleşmelerde yazdığın palavraları tekrarlamayasın. Söylemedi deme, daha işin başında sahtekâr olduğun açığa çıkar. 

12 Eylül’den hemen önce Suriye’ye kaçtın. Kaçarken kime haber verdin? Öz geçmişinde hiç utanmadan sıkılmadan “Örgüt Merkez Komitesi’nin ısrarı üzerine yurt dışına çıktım” diyorsun. Bu doğru mu? Senin Suriye’ye çıktığın tarihte Acilciler örgütünde Merkez Komitesi var mıydı? Göz göre göre yalan atmaktan utanmıyor musun? İşin aslını astarını anlatacaksın. Kimin ısrarı ile Suriye’ye kaçtığını açıklayacaksın. 

Üçüncüsü, Nebil Rahuma’yı yakalatmadığını, Nebil Rahuma’ya pusula göndermediğini, Nebil Rahuma’yı “Ahmet Babaoğlu’nun yakalattığını” anlat. Nebil Rahuma yoldaştan aldığım altınların hesabını da benden sorabilirsin. Çekinme sor. Adam ol, karşıma çık ve kendin sor. Eniklerden medet umma. Onlar sadece hırlar, ısıramazlar. 

Unutmadan bir daha sorayım. Nebil Rahuma’nın İstanbul Yeni Bosna’da Sırma Teyze’nin evinde sana verilmek üzere bana verdiği ve benim de sana Adıyaman cezaevinde elden verdiğim kaset nerede? Ne vardı o kasette? Nebil o kasette sana, “Benim yakamı bırak. Ben seninle birlikte olmayacağım!..” diyor muydu, demiyor muydu? 

Dördüncüsü, Ali Çakmaklı’yı öldürtmediğini, öldürülmeden önce “Karanlık Adam” ve öldürüldükten sonra “Neden Karanlık Adam” başlıklı yazıları senin yazmadığını, Ali Çakmaklı için hiçbir zaman “polis” demediğini, Ali’yi de tıpkı Nebil’i sevdiğin gibi çok sevdiğini anlat. Bizlerin sana iftira ettiğimizi de anlat. Unutma, bu konunun tanıkları senin tahmin ettiğinden fazladır. Minareyi çalmadan evvel kılıfını hazırlamışsın ammaa, çaldığın minareye hazırladığın kılıfa büyük geliyor. 

Beşinci olarak, Ali Fuat Çiler’i anlat. Temel kadro elemanı olduğunu yazmıştın ya. Aç bunu biraz. Hangi eylemleri birlikte yaptığınızı ve Nebil’i nerede bırakıp nasıl kaçtığınızı anlat. “Kimsenin bilmediği duymadığı eylemler yaptığını” sen söylüyorsun. Buralarda yazıp da deşifre etme. Komisyon’da devrimcilere anlat. Anlat ki, “küresel militan” olduğuna biz de inanalım, bir daha sana “küresel soytarı” demeyelim. 

Altıncı sırada, kadim dostun ve amca oğlun İrfan Ural’ı anlat. Samandağ Ziraat bankası eyleminde alınan paranın neden örgüte verilmediğini sana söylemedi mi? Haramzade sofrasında zıkkımlanırken bu parayı kimlerle bölüştüğünü sana anlatmadı mı?.. 

Son olarak, biraz da kendini anlat. İstersen özgeçmiş öncesinden başla. Hani şu Cehpe dergisinin bilmem kaçıncı sayısında “kısaca yaşamım” diye yazmıştın ya, evet oradan başlamak en iyisi galiba. “17 dikiş yarası” aldığını ve onlarca fabrika örgütlediğini yazdığın kısaca yaşam hikâyesi vardı ya, daha sonra değiştirip yeniden yayınladığın işte o “hayat hikâyesi”nden başla. Ağzımız açık kalsın. 

Yalan olur ama bu kadarı da olmaz. Adam özgeçmiş yayınlıyor. Özgeçmişine bakıyorsun, yaşını hesaplıyorsun, 14 yaşında onlarca  fabrika örgütlediğini öğreniyorsun. Bu işin sırrı son derece değerli olmalı, önce onu anlat. Kafadaki 17 dikişin çetleşmelerde nasıl arttığını ve 45 dikiş olduğunu anlatmayı da unutma. Örgüt silahlarını, örgüt birimlerine satmadığını, örgüt içi ticaret yapmadığını söyle. 

Acilci iken marksist-leninist, Sacilci iken kalpazan mı oldun? 

Ne olduğunu söylesene. Ben söyleyeyim mi? Sen hiçbir zaman marksist-leninist olmadın. Sen hep Sacilci oldun. 

Senin şu "kapsama alanım" dediğin Hatay’dan bahset biraz. “Kapsama alanın  Hatay ile sınırlı” öyle mi? Öyle ise, çömezlerin niçin Hatay’lı değil. Seni çözmek gerçekten insanı usandırıyor. Ömer ile alevicilik ve Yozgatlı ile Hataycılık oyunu oynamak nasıl bir şey, anlat ki ögrenelim. Suriye ile Muhaberat ve MİT’le PKK sevdalısı olmak gibi olsa gerek, ne dersin yanılıyor muyum? 

Yoldaşlarımızın kanı canı pahasına yaratılmış değerleri, babacığına nasıl gönderdiğini, Suriye’ye gelen anneciğinin babacığının arabasını tıka basa neyle doldurup yolladığını biraz daha anlat. 

Türkiye bankalarındaki paraların “senin tahmin ettiğin miktardan bile fazla” olduğunu biz söylemedik, “rahmetli” anneciğin sana söylüyor, sende çet yaptığın cici kızlara söylüyorsun, biz ordan öğreniyoruz. Sırası gelmişken mütevazi bir soru soracağım. Nerden ve nasıl birikti bu paralar? Sen hiç çalıştın mı? Çalışmadan o kadar parayı nasıl biriktirdin? Herşey açıkça ortadayken, istediğin kadar “hırsız değilim” diye kıçını yırt. Kimse palavraya inanmaz. 

Sahi sen nerede yakalandın? Bu soru sana mutlaka sorulacak. 

Havza'da ne arıyordun? Bursa’da niçin kimliksiz dolaşıyordun? Kimliğin neredeydi? Kimde bırakmıştın? Neden bıraktın? 

Her yerde aranırken Bursa’ya kimliksiz geliyorsun, gazinoya gidiyorsun, genelevin önünde bekliyorsun. Bir de utanmadan kimliksiz olduğun için içeriye alınmadığını ve arkadaşlarını dışarıda beklemek zorunda kaldığını yazıyorsun. 

İyi düşün. Engin, Ali Sönmez, Recep Güregen ve ben, Isparta Cezaevi’nde yatarken İstanbul’dan Isparta’ya gönderildin. Nasıl yakalandığını anlattın ve yarım daktilo sayfası bir ifade gösterdin. Çok iyi hatırlıyordum, içinde hiçbir şey yoktu. “Bravo!..” demiştik. Hiçbir şey sormadan ne söylemişsen inanmıştık. Yoldaşlarımıza güvenirdik. Senin gibi alınmış satılmış kurgulanmış ve gammaz yapılmış adamların içimizde olabileceği aklımızın ucuna bile gelmedi. O zaman gösterdiğin ifadenin içinde Bursa diye bir şey yoktu. Tek kelime olsun Bursa’dan söz edilmiyordu. 30 sene sonra yine sen yazdın. Bursa’da fotoğraflamışlar. Bursa'da soru sormuşlar. Bursa’yı anlatmışsın. Nasıl olur bu? 

Kaç tane polis ifaden var ? Yarım sayfa olanını biz gördük. Mustafa Burgaz 2,5 sayfa görmüş. Hangisi doğru? 

Samsun, Bursa ve Ankara olmak üzere üç tane olmalı. İkisini gördük (şimdi kayboldu desen bile daha önce gören oldu) üçüncüsü nerde? Hiç olmazsa bir tanesini yayınla da görelim. Merak etme, birisine bakar diğerlerini de okuruz. 

Seninkinden şimdilik vazgeçtik. Şerif’in ifadesini yayınla bari. O da kayboldu öyle mi? İrfan Ural’ın polis ifadesi nerede? Hepsi birden kaybolur mu? O halde, Ali Fuat Çiler’in poliste verdiği ifadey isteriz. Bari onu görelim. Mahrum etme bizi, “ser verip sır vermeyen” yiğitlerden birinin polis ifadesine ihtiyacımız var. 

İnternet başında sabahlara kadar yalan üretip karartma yapmanın sakıncalarını kimse sana söylemedi mi? Bak gördün mü, adamı işte böyle “Ham!..” yaparlar. Kıçüstü oturturlar, sesin soluğun çıkmaz olur. Bir kez daha “ser verip sır vermeyen” sanal kahramanlardan bahsedecek olursan, önce bu söylenenleri yapacaksın. Yapmazsan, ağzına biber sürerim, cıss yaparım. Haberin olsun. 

Önemlidir, bir daha soruyorum. Sen nerede yakalandın? Samsun’da mı? Ankara’da mı? Bursa’da mı? Nerede?.. 

Bu sorular Türkiye’de karıştırdığın herzeler içindir. 

Bitmedi. Suriye’de bulunduğun süre içersinde yığınla pisliğe bulaştın. Gırtlağına kadar pisliğin içine girdin. Devrimcilik adına işlemediğin suç ve yapmadığın kepazelik kalmadı. 

SURİYE’DE NE YAPTI? 

Mihrac Ural adlı şeytanın Suriye’deki durumunu bilmeyen yoktur. Bir kez daha yazıyorum. Suriye istihbarat örgütü Muhaberat’ın adamıdır. Suriye ajanıdır. Casustur. Acilciler’den ve diğer devrimcilerden oluşacak komisyonun önünde bunun belgelerini bir kez daha sunacağız. 

12 Eylül’den kısa süre önce örgüte haber vermeden Suriye’ye kaçtı. Suriye'ye kaçar kaçmaz Cemil Esad’ın himayesinde Acilciler örgütünü “Suriye Acilcileri” (Sacilciler) örgütü haline dönüştürmek için tasfiye işine girişti ve kendisine muhalefet eden herkesi etkisizleştirmeye başladı. 

Suriye’ye çıkan örgüt üyelerinin Suriye’deki yapının devrimci olmayan ilişkiler içinde bulunduğunu gören ve muhalefet eden militanlarını imha etmeye girişti. Müntecep Kesici bu nedenle öldürüldü. 

Dikkat ediniz, 12 Eylül zulmünün şiddetle devam ettiği bir dönemde, ülke içinde yaşama olanağı kalmadığı için en yakın sığınma yeri olarak görülen Suriye’de, Mihrac Ural politikasına karşı çıkan insanlar esir alınmış, elleri kolları bağlanarak işkence edilen (Adil Okay ve Ahmet Yigenler) yoldaşları kurtarmaya giden Müntecep Kesici (Şıh) kurşunlanarak öldürülmüştür. 

Mihrac Ural, Müntecep Kesici yoldaşın öldürülmesini “istenmeyen bir provakasyon” diye izah ediyor. Diyelim ki öyledir. İstenmeden olmuştur. Bu bile Mihrac Ural’ı kurtarmıyor. Suriye gibi bir ülkede ve küçücük bir köyde (Bassit) güpegündüz ve yüzlerce kişinin önünde bir insan kurşunlanarak öldürülüyor ama 
hiçbir soruşturma olmuyor. Müntecepp Kesici’yi öldüren (H.M.) belli. Bu olaya sebep olanlar belli. Herşey açıkça ortadayken hiç kimse kovuşturmaya uğramıyor. Olay kapatılıyor. Böyle şey olabilir mi? 

Müntecep’i öldürenin öldürtenin arkasında kim var? Devletin istihbarat örgütü ya da bu örgütün doğrudan kullandığı taşeron örgüt olmalı. Hiçbir soruşturma olmadan olayın kapatılması, Mihrac Ural’ın taşeron olduğunu akla getirmez mi? 

Kurulacak komisyon bu olayı dinlemelidir. 

Acilciler, Ali Sönmez’in Mihrac Ural’a en yakın kişi olduğunu iyi bilirler. Ali Sönmez, Suriye’ye geçtikten birkaç sene sonra Mihrac Ural ile kanlı-bıçaklı oldu. Neden?.. 

Ali Sönmez şimdi konuşmuyor. Her şeyi bırakmış ve hiçbir şeyle ilgilenmiyor olabilir. Böyle de olsa, daha önce söyledikleri var. Bir değil, onlarca yoldaşa anlattıkları var. Ali Sönmez, kurulacak komisyona bildiklerini anlatmak zorundadır. 

Mihrac Ural’ın Ali Sönmez’e yaptığı ihanet tekliflerini onlarca Acilci bizzat Ali Sönmez’in anlatımlarından duymuştur. Elinde belgeler olduğunu ve bu belgeleri açıkladığı zaman Mihrac Ural’ın kaçacak delik arayacağını söyleyen Ali Sönmez’dir. 

Mihrac Ural tarafından kendisine para teklif edildiğini, “Ne devrimi, ne sosyalizmi, bütün bunlar hayal. Elimizde ömrümüzün sonuna kadar yetecek para var. İnat etme, vazgeç bu sevdadan!..” dediğini, söyleyen Ali Sönmez’dir. 

Mihrac Ural’ın, kendisine “Suriye ilişkilerini deşifre etmemesi karşılığında para teklifi” yaptığını ve “Acilciler örgütünün Suriye’ye satıldığını” söyleyen Ali Sönmez’dir. 

Mihrac Ural tarafından yapılan bu ahlâksız teklifi kabul etmediği için, “Muhbir!..” olarak suçlanıp yıpratılan ve en sonunda örgütten atılan Ali Sönmez’dir. 

Mihrac Ural’ın Suriyedeki ihanet politikasının kara kutularından bir tanesi de Ali Sönmez’dir. Bildiklerini anlatması gerekiyor. Ali Sönmez’in yüreğinde arkadaşlığın yoldaşlığın devrimciliğin sosyalizmin insanlığın izi tozu kalmışsa, bu yazdıklarımın doğru olduğunu açıklar ve o zaman söylediği sözleri bugün de tekrar eder. 

Ali Sönmez yaşıyor ve yazılanları okuyor. Mihrac Ural ihanetini bana anlatan kişidir. Haydar Yılmaz’a anlatan kişidir. En az 50 kişiye daha anlatan kişidir. 

Mihrac Ural’ın Suriye’deki bağlantılarını fotoğraflarla belgeledik. Baas Partisi idelogu ve kurucularından  Muhammed el Zarka ve sağlık bakanlığı yapmış Zeki el Gamin ile çekilmiş resimlerini yayınladık. Babası, Zeki el Kasım Ural’ın bu kişilerle çekilmiş resimlerini yayınladık. Ve bu kişilerin 1936’da Hatay’da olduklarını ve URUBA direnişine katıldıklarını o zamanki gençlik resimleriyle belgeledik. 

Mihrac Ural’ın babası Zeki el Kasım Ural’ın 1936’dan beri bu kişilerle ilişkisi olduğunu ve Mihrac Ural’ın kendisini “URUBA direnişinin genç kadrosu” olarak tanımladığını, fotoğraflar altına düşülmüş kendi el yazısıyla  belgeledik. 

Acilciler’in Uruba direnişi ve Baas Partisi ile ne ilgisi var? Bunlar, Türkiye’de devrim yapmak için yola çıkmış Acilciler örgütüne yabancı olan şeylerdir. Mihrac Ural’ın Suriye adına yürüttüğü ajan faaliyetleriyle Acilciler örgütünün en küçük ilişkisi olamaz. Kurulacak komisyon önünde bunları konuşacağız ve Acilciler örgütüne Suriye gizli servisinin uzantısı olarak sızan “sızıntı”yı açığa çıkaracağız. 

Mihrac Ural, Suriye gizli servisi Muhaberat’ın içimizdeki “sızıntı elemanı”dır. Acilciler örgütünü Suriye istihbaratına peşkeş çekerek tasfiye eden “adam”dır. Acilciler örgütünü Suriye adına tasfiye ederken, Sacilciler örgütü haline dönüştürmek istiyordu. 

Mihrac Ural’ın PKK sevdası kuyruklu yalandır. PKK’ye ve Abdullah Öcalan’a karşı haince ilişkiler kurduğu biliniyor. Türkiye’nin Abdullah Öcalan’ın katledilmesine yönelik politikasında Mihrac Ural’ın bilgisi ve parmağı vardır. MİT ile ilişkileri PKK hakkında verdiği bilgileri de içeriyor. 

Laf olsun diye söylemiyoruz. İhanetin belgeleri bizzat Abdullah Öcalan’ın kendisindedir. Acilciler MK yedek üyesi Zihni Alan bu nedenle Mihrac Ural tarafından öldürtülmüştür. 

Kurulacak komisyon, Zihni Alan (Yusuf) cinayetini soruşturduğu zaman, Mihrac Ural’ın PKK’ye ve Öcalan’na yönelik ihanetin sırları ortaya çıkacaktır. MİT bağlantısı açığa çıkacaktır. Acilci olmadığı, Sacilci olduğu ortaya çıkacaktır. 

Mihrac’ın söylediği hiçbir şey doğru değildir. Zihni Alan’ın öldürülmesi olayını “bir kişinin anlık tepkisi” diye izah ediyor. Müntecep’in katledilmesini de öyle izah etmişti. 

Gökhan Saç'ın (MK yedek üyesi ve Libya sorumlusu Sami) yoldaşın öldürülmesini bile kabul etmiyor. Sami’yi Lazkiye’de kaçırdığı zaman yanında bulunan Ayhan Karmış’ın anlattıklarını inkâr ediyor ve Ayhan için “sefil bir adam” diyor. Sami yoldaş kaçırıldı ve bir süre sonra cesedi işkence izleriyle denizden sahile vurdu. Müntecep Kesici ve Zihni Alan cinayetlerinde olduğu gibi Gökhan Saç'ın cinayetinde de hiçbir soruşturma olmadan olay kapatıldı. 

Acilciler örgütü tasfiye edilerek Sacilciler’e dönüştürüldü. 

Mihrac Ural’ın Suriye ilişkileri tam bir kriminal suç örgütü ilişkisidir. Hırsızlık, adam kaçırma, kaçakçı kovalama, eroin ticareti ve para karşılığı mafya çetecileri arası çatışmalarda taraf olmak gibi “devrimci” faaliyetleri vardır. Devrimci örgütler hakkında Suriye istihbaratı Muhaberat’a bilgi verme, devrimcileri Muhaberat’a teslim etme ya da tek tek ihbar edip yakalatma vardır. 

Örnek veriyorum. Osman Kırteke’nin Şam’da yakalanarak Muhaberat’a teslim edilmesi için, o dönemin Şam sorumlusu (M.B.) yoldaşa Ali Sönmez tarafından verilen talimat vardır. Ali Sönmez bu kararı kendiliğinden vermemiştir. Mihrac Ural’ın verdiği talimatı iletmiştir. Bu bir Mihrac Ural politikasıdır. 

Biz bu pislikleri deşifre ederken Mihrac Ural yırtınıyor. İlişkileri deşifre ediyorlar diyor. Hangi ilişkileri deşifre ediyoruz? Mihrac Ural’ın karşı-devrimci faaliyetlerini mi? 

Evet, biz bu tür karşı-devrimci faaliyetleri deşifre ediyoruz. 

Sen devrimcileri öldüreceksin öldürteceksin, ihbar edeceksin, yakalayıp bir başka ülkenin istihbarat örgütüne vereceksin ve biz bu karşı-devrimci faaliyetleri deşifre ettiğimiz zaman suçlu olacağız, öyle mi? 

Daha iki gün önce Adana Cezaevi firarını yeniden yazmış. Aklısıra sorduğumuz soruları cevaplıyor. Deşifre ettiğimiz yalanlarını düzeltmeye çalışıyor. « Yere battaniye serdiler, çarmıh gibi bir tahta üzerine yatırdılar, ayak başparmağıma ve elimin serçe parmağına tel bağladılar. Elektrik işkencesi başladı. Şalter indir kaldır şeklinde saatlerce süren işkence yaptılar. Ser verdim sır vermedim!.. » diyor. 

Türkiyeli devrimcilere soruyorum. Şartelle elektrik verilen bir başka kişi daha var mı? Varsa, “Bana da şartelle elektrik verdiler!..” desin, ben tüm söylediklerimi geri alayım. Böyle bir “ser veren, sır vermeyen yiğit” çıkmaz. 

Türkiyeli devrimcilere soruyorum. Aranızda, “yere battaniye serilerek çarmıha gerilen” bir kişi var mı? Evet, “benim altıma battaniye serdiler, beni yere yatırdılar ve çarmıha gerdiler” diyebilecek bir kişi çıksın, daha önce söylediğim herşeyi geri alacağım ve bu sahtekârdan özür dileyeceğim. Öyle bir yiğit çıkmaz. 

Şartelle verilen elektrik, şehir cereyanıdır, şakası olmaz, anında öldürür. Çarmıha gerilen insan yere yatırılmaz, altına battaniye serilmez, kollarından askıya bağlanır, ayakları boşlukta sallanır vaziyette bırakılır. Bu şekilde çarmıha gerilen insanın kollları kopmuş gibi olur ve bu işkencenin izleri aylarca kaybolmaz. 

Söylediği herşeyin yalan olduğu ispat edildikçe çıldırıyor. Eski yalanları düzelterek yazmaya çalışırken başka yerden yeni açıklar devam ediyor. 

“Ankara-İstanbul arasında 21 gün dolaştırıldıktan sonra İstanbul’a teslim edildim” diyordu. Sorduk, Ankara –İstanbul arasında 21 gün nerelerde dolaştırdılar?.. 

Korktu. Son yazısında “Ankara’dan İstanbul’a teslim edildim” diyor. 

Sorduk, “Yakalandığın zaman seni Antakya’ya neden götürmediler?.. 

Antakya’yı bir kez olsun görmemiş Acilciler’i bile Antakya’da sorguya çeken polis, Mihrac Ural’ı yakalandığı zaman Antakya’ya götürmez mi? Sorduk, seni niçin Antakya’ya götürmediler?.. 

Cevap olarak, “Antakya'da deşifre değildim!..” dedi. Bu cevabı daha sonra unutmuş olmalı, son yazısında bunu da yalanlıyor. Her yazdığını bir sonraki yazıda kendisi yalanlıyor. Son olarak, Antakya’da evi basıldığı ve kendisi aranmaya başladığı için, önce Adana’ya ve oradan İstanbul’a geçtiğini yazıyor. 

Soruyu tekrar ediyorum. Antakya’da evin basıldığına göre, deşifre olmuş ve aranıyor durumda olmalısın. O halde, yakalandığın zaman seni Antakya’ya neden götürmediler? Daha önce “Antakya’da deşifre olmadığım için götürmediler” diye yalan yazan sen değil miydin? 

Tekrar ediyorum. Yakalandığın zaman Antakya'ya niçin götürülmedin? 

İyi düşün, bu bir anahtar sorudur, önemlidir. Önemli olduğunu sen herkesten daha iyi biliyorsun. Herkes gibi açıkça götürülmedin, gizlice götürüldün. 21 gün Ankara – İstanbul arasında değil, Hatay’da misafir edilmiş olmayasın?.. 

Yalanın sonu yok Mihrac. Bir komisyon kuralım bütün bu pislikleri araştırması için elimizde avcumuzda ne varsa ortaya serelim. Kendine güvenen insan yargılamaktan yargılanmaktan korkmaz. Bu işi uzatmayalım. Var mısın?.. 

Okuyucudan özür dilemek zorundayım. Mihrac Ural’ın Suriye’deki pisliklerini anlatmak istediğim halde, “Firar’’ öyküsünü okur okumaz sıcağı sıcağına bazı konulara tekrar dönmek zorunda kaldım. 

Adana Cezaevi firarı ile Mihrac Ural’ın hiçbir ilgisi yoktur. 

“Adıyaman’dan Adana’ya hangi hastalık nedeniyle sevk edildin?..” diye sormuştuk. Aklınca cevap vermiş. Bu yazıyı okuyunuz. Okurken gözleriniz yaşaracak ve içiniz burkulacaktır. Kelebek filmini görenler veya romanını okuyanlar bilirler, müthiş bir firar hikâyesidir ama gerçektir. 

Mihrac’ın hikâyesi de müthiştir ama gerçek değildir. Adıyaman zindanında ranzada oturmuş işkence filmi seyrederken, gördüğü işkenceler aklına gelmiş, ranzadan düşüp bayılmış ve gözünü hastahanede açmış. Tam olarak ne teşhis konulduğunu bilememiş, baygınmış ve doğrudan Adana Numune Hastanesi’ne sevk edilmiş. Kelepçelenmiş, zincire vurulmuş. Annesi teyzesi ziyaretine gelmiş. Eli zincirli fotoğraflar çekilmiş. Adana zindanına konmuş. Adıyaman’a gönderilecekken, malum ödenek yokluğu nedeniyle Adana Cezaevi’ne kapatılmış. Aylarca orada kalmış ve firar örgütlemiş(miş)!.. 

Sözü uzatmadan Mihrac’a basit bir soru soruyorum. O günlerde Adana cezaevinde Dev-Yol komünü sorumlusu olan Adanalı Fikret’i tanır mısın? DY’nin Adana Cezaevi sorumlusu ve firar eyleminin örgütleyicisi Fikret senin bu hikâyeni okursa, ne der peki? Ben söyleyeyim mi? Tıpkı Suriye’de karşılaştığınız zaman yüzüne karşı söylediği sözü tekrar eder ve “Ayıp ayıp, yalan olur da, bu kadarı olmaz beee!..” demez mi? 

Yüzün kızarmış ve ne söyleyeceğini şaşırmış halde, yine “Bu işler böyle yürüyor Fikret, dalgamıza taş atma!..” diyecek misin? 

Mihrac, köprülerin altında çok sular aktı. Fikret bu sefer senin dalgana taş atmakla kalmaz, yüzüne bile tükürür. Haberin olsun!..  

Mihrac Ural’ın aptal olduğunu biliyordum ama, doğrusunu söylemek gerekirse bu kadarını tahmin etmiyordum. Benim sandığımdan daha aptalmış. Yazdıkça açık veriyor. Yazdıkça kendi kendisini yalanlıyor. Yazdıkça iddialarımızı doğruluyor. 

Mihrac Ural’ın Suriye’deki karşı-devrimci faaliyetlerini yazmaya  devam ediyorum. Bakın ne diyor: 

« Onlarla işim, THKP-C (Acilciler) 1.Kongresi’nde, demokratik bir ortamda, gizli oy açık sayım ve geçmişin aklanmasıyla bitmiştir. Kongre gibi büyük bir kurumun kararı dururken gerisin geriye tartışma yapmak abestir. Buna rağmen Ali Çakmaklı olayı dahil tüm olaylar tartışıldı. Biz de buna nokta koyduk, yeter artık devrimci harekete zarar veriliyor dedik. Antakyalıyım ve orta-doğudayım diye kolay suçlama Muhabaratçılığa sarılmaları, bana PKK’ya yapılan ithamları hatırlatıyor. PKK de Başkan Öcalan Suriye’de iken aynı suçlamalara muhatap olmuştu. Bunları 93. dosyada aktardım. Sana gönderiyorum. Bu tür karalamaların tek adresi Özel Harp Dairesi’dir. Bu suçlamalar, kimseye birşey kazandırmaz. İşkencede 21 gün ser verdim sır vermedim. 12 zindanı ülkemde, 6 zindanı yurtdışında alnım akı ile devirdim. 12 Eylül karanlığından yoldaşlarımı ve örgütümü korumak için güvenli bir liman olarak orta-doğuda kamplar kurdum (PKK; Dev-Sol ve diğer devrimci örgütler gibi). Örgütüme en zor koşullarda kazasız belasız kongre ve konferans yaptırdım. FKBDC kurucu üyesi yaptım, Devrimci Birlik Platformu’nun da. Filistin davası için enternasyonalist bir tutum aldık ve savaşlara girdik. Bu süreçte hatalarımız ve sevaplarımız oldu. Ama tek amacımız ülkemizdi, demokrasi ve devrim mücadelesiydi. Bugün aynı doğrultuda ortak ülkemizin demokrasi mücadelesi için halkımın kimlik haklarının da ele alınması gereklidir dedim. » 

Bunları yazan Mihrac Ural’dır. “Acilciler’in “Dede Korkut’u” ilan ettiği Zeki Bayterin’e yazıyor. Zeki Bayterin kim? Ali Çakmaklı’ın “en yakın akrabası”. Başka bir özelliği var mı? Hayır yok!.. 

Hiçbir örgütsel ilişkisi olmadığını ve uzun süre bunalım geçirdiği için sarhoş dolaştığını kendisi yazdı. Ali Çakmaklı’nın yeğeni olduğu için önce bana yazdı, Mihrac’a küfretti. “Yazacaklarım var!..” dedi. Yazdı ve tarafımızdan ciddiye alınmadı. Beklentileri vardı karşılamadık. Mihrac Ural’a yanaştı. “Acilciler’in Dede Korkut’u” ilan edildi. Bize küfretmeye başladı. Önemli değildir. Biz it taşlıyoruz, enikler uluyor, enikleri dikkate almayacağız. 

Mihrac Ural'dan alınan alıntıyı az önce okudunuz. Acilciler’in gözlerinin içine baka baka yalan söyleyen bu adam hakkında Acilciler ne düşünüyor? Ne düşündükleri belli değil mi? Tek başına ortada bıraktılar. Çırılçıplak sersefil bıraktılar. Kılavuzun gereği yok, köy görülüyor. 

Mihrac Ural’ın bloguna bakınız. Yanında yöresinde bir tek Acilci göremezsiniz. Yoktur. Çalmadığı eski Acilci kapısı kalmadı. Denenmedik yol bırakmadı. Yanına çağırdı. Bilet parasını yollamayı teklif etti, misafirim ol, dedi. Birlikte bir fotoğraf çektirmek yeterliydi. Olmadı. Bu kadarını bile yaptırabileceği bir eski yoldaş bulamadı. 

“Bu tartışmalar devrimci harekete zarar veriyor”muş. Öyle söylüyor. Haydar Kılıç’ın tabiriyle söylüyorum, bu sözleri “betona  sıçarken” düşünseydi. Karıştırdığı herzeler değil de, bu herzelerin açık edilmesi, “devrimci harekete zarar veriyor” öyle mi? Öyle ise, neden kaçıyorsun? Gel bu meseleyi kapatalım, suçluyu açık edelim demiyor muyuz? 

Suçlu olduğunu bildiği için yanaşmıyor. İstediği kadar yanaşmasın. Gün gelir, divan kurulur, hesap sorulur. 

“Mihrac Ural bitti!..” derken gerçeği söylüyoruz. Kendisi de biliyor bittiğini. Yüzüne kimsenin bakmadığını bizden daha iyi biliyor. Hergün, her saat, her dakika kahrından geberiyor. Yaşarken kadavra olmanın acısıyla kıvranıyor. Ölülerimizin tertemiz anılarıyla kuşatılmıştır. Kaçması kurtulması olanaksızdır. 

Parası varmış, malı götürmüş, uyanık adammış, çalmış çırpmış ama çoluk çocuğunun rızkını kotarmış(mış). Böyle söyleyenlere bile rastlıyoruz. Kokmuş kadavranın dünya kadar parası pulu malı mülkü olsa ne yazar. 

Bir komisyon kurulmalı. Kimin ne olduğu açık seçik ortaya çıkmalı. Sosyalist hareketimizin tarihinde birçok Mihrac Ural vardır. Acilciler’in içine sızmış olanın ihanetlerini ortaya çıkarttığımız zaman, pislikleri ortaya çıkmamış olanların yüreğine de korku salmış oluruz. 

Türkiyeli bütün devrimciler bu komisyonda taraf olmalıdır. Taraflardan birisi olarak hiçbir şart ileri sürmeden ben yargılamaya ve yargılanmaya hazırım. Hadi bakalım sanal sekreter sen de hazır mısın? 

Mihrac Ural’ın ihanet listesinde sadece casusluk muhbirlik hırsızlık tasfiyecilik ve cinayet yoktur. Kürt halkının kurtuluş örgütüne ve liderine karşı pusu kurmak da vardır. Ahlâksızlık vardır. Bunların ortaya çıkması son derece önemlidir. Mihrac Ural’ın deşifre edilmesi, sosyalist hareket içine sızmış benzer pisliklerin belirlenmesi için de özellikle önemlidir. 

Türkiyenin sosyalistleri kendi tarihlerine karşı duyarsız kalmamalıdırlar. Acilciler tarihi, Türkiyeli sosyalistlerin de tarihidir. Bu tarih, Bizler kadar onların da sorunudur. 

Yukarıda aktardım. «Onlarla işim THKP-C (Acilciler) 1.Kongresi’nde, demokratik bir ortamda, gizli oy açık sayım ve geçmişin aklanmasıyla bitmiştir. Kongre gibi büyük bir kurumun kararı dururken gerisin geriye tartışma yapmak abestir.» diyor. Bu sözler ciddi mi dersiniz? 

Hayır, kesinlikle ciddi değildir. Sahtekârca söylenmiş kaçış söylemleridir. Kendisi başlattı, kaldırdığı taşın altında kaldı, boyunun ölçüsünü aldı, yeteri kadar bunaldı, kaçmaya çalışıyor. 1.Kongre’nin arkasına sığınıyor. 23 yıl önce yapılmış kongrenin arkasına sığınarak sözde “devrimcilik” yapıyor. 

1.Kongre’de (Aralık 1987’de) seçilen MK üyeleri içinde kimler vardı, bugün kim var? 1.Kongre (Aralık 1987) delegeleri olarak kimler vardı, şimdi kim kaldı? Bunları söylemiyor, söyleyemiyor. 

Hiç utanmadan sıkılmadan, “1.Kongre geçmişin aklanmasıyla bitmiştir” diyebiliyor. 1.Kongre’de seçilen MK üyelerinin kararıyla Genel Sekreter olduğunu söylemiyor. Kendisini seçen bu kişilerin bugün kendisini hain ve işbirlikçi olmakla suçladıklarından bahsetmiyor. Halâ onların iradesiyle seçilmesine rağmen onları suçlayabiliyor ve onlar adına konuşabiliyor. 

Mihrac Ural’ı savunan savaşçılara bakınız. Hiçbirinin örgütle en küçük bir bağı ve aldığı sorumluluk yoktur. Peki nereden çıktı bu veletler? Bunlar leş kargalarıdır. İki lokma zıkkımlanmak uğruna herşeyi satmaya hazır yaratıklardır. Günü geldiğinde, pişman olmanın beş para etmeyeceğini bile bilmiyorlar. 

Bütün gerçek Acilciler, geçmişte bu hareketin içinde bulunmuş militanlar ve sempatizanlar şunu çok iyi bilmelidir. Mihrac Ural adlı sahtekâr bizden değilmiş. Bizden olduğunu sanıyorduk, ama öyle değilmiş. Yaptıklarına bakarsanız, kimden olduğunu anlamakta zorlanmayacaksınız. 

1.Kongre’de seçilen MK üyelerine soruyorum: 1.Kongre’den hemen sonra toplanan MK'nin aldığı ilk karar neydi? 

Alınan ilk karar, Suriye’de bulunan örgüte ait taşınmaz mal varlıklarının derhal satılarak paraya çevrilmesi ve Avrupa’ya (Fransa’ya) aktarılarak güvence altına alınması değil miydi? Hayır değildi diyebilen varsa, beri gelsin. 

Kararın gerekçesi de şöyleydi. Örgütün tüm taşınmaz mal varlığı Mihrac Ural’ın eşi Malak Fadal’ın ve baldızın üzerine kayıtlıdır. Mihrac Ural’a birşey olursa bu malların adı geçen kişilerde kalacağı ve örgütün tüm olanaklarının bir anda kaybedilme riski taşımasıydı. 

Karar, Mihrac Ural’ın itirazına rağmen oy çokluğu ile kabul edilmedi mi? Karar kabul edildiği halde uygulanmadı. Fransa’ya geldiğim günden itibaren bu kararın uygulanmasını istedim. Uygulatamadım. 

Mihrac Ural bu malları örgüte vermedi. Ali Sönmez örgütten ihrac edildi. Salih kararı unuttu, altında imzası bulunan kararda diretmedi. Her seferinde bana, “Boşver yoldaş, biz işimize bakalım. Mihrac kimseye zırnık vermez!..” dedi. Zafer böyle bir karardan haberi yokmuş gibi davrandı. Haydar Yılmaz hapiste olduğu için karardan bile habersizdi.  Sadece ben itiraz ettim, kararın uygulanması için direttim, ama uygulatamadım. 

Acilciler örgütünün MK üyeleri olan Salih ve Zafer ile Ali Sönmez, Mihrac Ural’ın karşısına çıkmadı. Bir yandan dedikodu ürettiler, öte yandan  yalakalık yaptılar. Örgütün tasfiye edilmesi sürecinde bilerek ya da bilmeyerek su çortağı oldular. 

Açık konuşuyorum. Salih ve Zafer bugün kendilerine devrimci diyemiyorlar. Ali Sönmez örgütten ihrac edildiği günden itibaren Fransa’yı terk etti, Almanya’ya yerleşti, herkesle ve her şeyle ilişkisini kesti. 

Bir zamanların adı büyük kendi küçük tipleri, şimdilerde herhangi namuslu bir vatandaş kadar sorumluluk duymuyorlar. Buna göre, bunların geçmişteki samimiyetlerini sorgulamak gerekmiyor mu? Ortaya çıkmaktan ve namuslu tavır sergilemekten bile aciz olan bu kişilerin özel sohbetlerde yaptığı dedikodular kendilerini tatmin etmekten başka bir işe yarar mı? 

Kurulmasını istediğimiz komisyon sadece Mihrac Ural’ın pisliklerini araştırmayacaktır. Mihrac’ın büyük iddiaları vardır. Bizlere yönelik iddiaları vardır. Bizim ona yönelik söylediklerimiz vardır. Bunları incelemekle mesele bitmez. Acilciler örgütünde sorumluluk almış kişilerin de durumları ortaya çıkarılmalıdır. Samimiyetlerine kadar sorgulanmalıdır. Kim neden susuyor? Kim niçin konuşmuyor? Neden kaçıyor? Bunlar da ortaya çıkarılacak ve ihanetin boyutları anlaşılacaktır. 

Suçlu susar. Suç ortakları susar. Susmakla da kalmazlar. Ortalıkta sinsi sinsi dolaşırlar ve “şimdi bunların ne gereği var ki” diye propoganda yaparlar. Dürüstlük adına herkesin susmasını isterler. Sıranın kendilerine de geleceğini bildikleri için susarlar. 

Hiçbir şey karanlıkta kalmamalıdır. Binlerce insan irili ufaklı bedeller ödedi. Yüzlerce insanın yaşamı karardı. Sebep olanların kim olduklarını bilmek haklarıdır. Kimdi bu insanlar? Örgüt maskesi takmış birer sefil yaratık mıydı? Kahramanlar mıydı? Bunların açık seçik belli olması gerekiyor. 

Bir komisyon kurulmalı ve herkes kendisini ortaya koymalıdır. Koymayanlar, devrimci hareketimizin kötü tohumları olarak teşhir edilmelidir. Bütün yaşamını devrim davasına adamış bu uğurda bedeller ödemiş insanları karalamaya kirletmeye ve kurum bağlamış ruhlarını rahatlatmaya çalışan hainlerin ortalıkta dolaştığı bir dönemden geçiyoruz. Hiçbir namuslu devrimcinin bu duruma kayıtsız kalmaya hakkı yoktur. 

Mihrac Ural, Suriye’de bu örgütün militanlarını teker teker tasfiye etmiştir. Herkesin örgütten ayrılması, ayrılmaya zorlanması, ayrılmayanların suçlanması, töhmet altında bırakılarak kullanılması isteniyordu. Bu politika, Salih ve Zafer ile Ali Sönmez üzerinde çok etkili olmuştur. Üçü de bugün Acilci olmadıklarını söyledikleri halde, nedenlerini söylemeye cesaret edemiyor. Korktukları için susuyorlar. 

Her türlü pis ilişki üzerine örgüt örtüsü örtülerek kamufle edilmeye çalışıldı. Bu kişiler de faaliyetlerin kamuflaj aracıları olarak uzun süre kullanıldılar. Acilciler örgütünün tasfiye süreci de zaten bu dönemde tamamlandı. 

Kapıya kilit vurulduktan sonra, Salih’in “Ben Acilci değilim!..” demesinin ve  Zafer’in “Ben yokum!..” diye böğürmesinin hiçbir olumlu anlamı yoktur. “Çek git ama konuşma!..” politikası Mihrac Ural’a yapılmış ve yapılacak olan en büyük hizmettir. Salih ve Zafer giderken bile Mihrac Ural’a hizmetçilik yapmıştır. 

Suriye’de yapılan otuz senelik ihaneti anlatmak için kitap yazmak yetmez. Mihrac Ural dosyasını kapatmak istiyorum, bir türlü kapanmıyor. Böyle giderse, “Mihrac Ural dosyası tamamlanamıyor” diye yeni bir yazı dizisine başlamak zorunda kalacağım. Hergün yeni bir pislik, hergün yeni bir skandal haberle karşılaşıyoruz. Olacak gibi değil, adam suç makinesi. “Drakula” filmlerinde bile bu kadar korkkunç sahnelerin ardarda geldiğini göremezsiniz. Bu soysuzun Suriye’deki ihanetlerinin ardı arkası gelmiyor. 

Sorular öyle çok ki. Örnek olsun. Zeki el Gamin, Muhammed el Zarka ve babası Zeki el Kasım Ural arasındaki ilişkinin tarihini öğrenmek bile birçok konuyu aydınlığa kavuşturacak niteliktedir. 

Zeki el Kasın Ural’ın Zeki el Gamin ve Muhammed el Zarka ile birlikte 1936’da Hatay’da Uruba harekâtı içinde “yoldaş” olduklarından başlamak gerekiyor. Mihrac’ın yıllar sonra kendisini genç kuşak URUBACI olarak tanıtmasını ve Cemil Esad ile girdiği ilişkileri öne çıkarmak gerekiyor. Baba tarafından Urubacı olduğunu ve anne tarafından dede Bedii Uluç’un MİT bağlantılarını anlatmak gerekiyor. Bedii Uluç’un MİT’ten emekli kadrolu eleman olduğunu bugüne kadar Acilciler’den niçin sakladığını sorgulamak gerekiyor. MİT ajanı dedesi Bedii Uluç’un torun Mihrac Ural’ı nasıl koruduğunu kolladığını ve yönlendirdiğini enine boyuna irdelemek gerekiyor. 

Bedii Uluç’un, torun Mihrac Ural yakalandığı zaman “siyasi savunma yapma” diye özellikle tembihlediğini yeni öğreniyoruz. Bedii Uluç bu işlerin neresindeydi? Matbaa baskınında dede Bedii Uluç’un devreye girerek Mihrac’ı kurtardığı ve olayı kapattığını o dönem yanında olan herkes biliyormuş, yeni öğreniyoruz. Bu ilişkilerin yıllarca örgütten saklanması ne demek? 

Mihrac Ural’ın Niğde kapalı cezaevinden Adıyaman’a sevki Ankara’dan gelen emirle yapılmıştır. Bunu söyleyen, dönemin Niğde Cumhuriyet Savcısı'dır. Mihrac’ın Adıyaman cezaevinde televizyon seyrederken “ranzadan düşmesi”, yakın çevrede birçok hastane olmasına rağmen Adana’ya sevk edilmesi, Ali Çakmaklı için alınan  ölüm kararının tam da bu döneme denk gelmesi, tesadüf müdür? Bu kadar tesadüfün bir araya gelmesi de “tesadüf” değil midir? 

Mihrac Ural toplam iki sene hapis yatmasına rağmen sürekli “zindan edebiyatı” yaparak bir şeyleri kapatmak ve perdelemek istiyor? Tahliyesinin imkânsız olduğu anlaşılınca, Adana’dan kaçmaya karar vermesi, 30 temmuz 1980 tarihli kaçış hikâyesi ve  iki gün sonra da doğrudan ve kimseye haber vermeden Suriye’ye gitmesi. Kısa süre önce aynı şekilde kimseye haber vermeden Suriye’ye geçen ve Tacettin Sarı ile buluşarak Suriye’nin sadık elemanı olarak görevlendirilmesi. Bunlar neyin ifadesidir? Bunların izah edilmesi ve Suriye’de yaptıklarıyla birlikte değerlendirilmesi gerekmiyor mu? Cemil Esad ilişkileri, evlilik hikâyesi, yoldaşlarını ve örgütü kullanma mantığı, militanların arkalarında çevrilen dolaplar, herşey değerlendirilmek zorunda değil mi? 

Mihrac Ural’ın Suriye eski sağlık bakanı Zeki el Gamin ile fotoğraflarını yayınladık. Merak eden oldu mu? Kim bu, Zeki el Gamin? Zeki el Gamin 1936'da Hatay'da yaşıyor. Mihrac’ın babası ile arkadaş olduklarını belgeleyen fotoğrafı,  http://thkp-c-acilciler.blogspot.com ’da yayınladık. URUBA direnişçisi olduklarını kendileri yazmış, çetleşmelerinden yayınladık. Mihrac Ural’ın babasını da yanına alarak bu kişilerle çektirdiği fotoğrafı yayınladık. Fotoğrafın altında Mihrac Ural’ın el yazısı var. “Eski kuşak ve yeni kuşak Urubacılar yıllar sonra yanyana” diye not düşmüş. Ne demek bu? Bunun anlamı nedir? 

Her şey açık ve net değil mi? Acilciler ile Urubacılar’ın ne ilişkisi olabilir? Türkiye solunda böyle bir rezalet yaşanmış mıdır? O fotoğrafların içinde Baas Partisi’nin kurucularından ve  ideologlarından Muhammed el Zarka da vardır. Muhammed el Zarka da tıpkı Zeki el Gamin gibi Hatay’da baba Ural ile birlikte Uruba direnişçisidir. Daha sonra onlar Suriye’ye geçmiştir. Mihrac’ın babası Hatay’da kalmıştır. 

Mihrac Ural yıllar sonra Acilciler'i Sacilci yapmak için oralardadır. Anne tarafından MİT bağlantılı ve baba tarafından Urubacı olan Mihrac Ural aile geleneğini sürdürmeye devam ediyor. “Bir yanı MİT, diğer yanı Muhaberat!..” derken laf olsun diye söylemiyoruz. Bu ilişkilerin belgeleri elimizdedir. Tanıkları bugün halâ yaşıyorlar. 

Mihrac Ural MİT elemanıdır. 

Mihrac Ural Muhaberat ajanıdır. 

Mihrac Ural devrimci düşmanıdır. 

Mihrac Ural hırsızdır. Filistin kamplarında çaldığı silahları kaçakçılara satarken yakalanmıştır. 

Mihrac Ural’ın el yazılı belgeleri elimizdedir. Bu belgeleri doğrulayacak olan sürecin tanığı yoldaşlar halâ hayattadırlar. Herşey açık seçik ortadayken bu adam yine de kaçacağını kurtulacağını zannediyor. 

Hepimiz biliyoruz. 12 Eylül sürecinde otobüs durağında karşılaşan iki kişinin birbirlerine “roj baş” diye hitap etmeleri üzerine yıllarca hapis yattığı ve akıl almaz işkencelerden geçtiği bir ülkede yaşadık. Mihrac Ural 12 Eylül sürecini hiç yaşamadı ve 12 Eylül öncesi hapishanelerinde 2 sene kadar yattı. Hiç utanmadan sıkılmadan “zindan edebiyatı” yapıyor. Neyi kapatmaya çalışıyor? 

Kendimden örnek veriyorum. 1974 sonu ve 1975 başı 45 gün Sağmalcılar’da, Ağustos 1977’den itibaren iki buçuk yıl askeri ve sivil cezaevlerinde, Aralık 1980’den Mart 1986’ya kadar yeniden askeri ve sivil cezaevlerinde yattım. Bu cezaevlerinin adlarını bile unuttum.

Mihrac Ural’ın Suriye’deki ihanetlerini çıkartırsanız geriye hiçbir şey kalmıyor. O yüzden, ihanetlerini gizlemek için, zindan edebiyatı yaparak ne yaman devrimci olduğunu anlatmaya çalışıyor. 

Yalan atıyor, palavra yazıyor. Almanya’da bile “zindan” yatmış. Sormazlar mı, neden yattın? Anlat da bilelim, demezler mi? Söyle bakalım, Almanya’da neden zindan yattın? 

Libya'da "zindan" yatmış. Sevsinler seni, neden yattın? Kaç saat yattın? Üzerinde dolar mı yakalandı? 1991 yılında Suriye’de işkence ederek öldürdüğün Sami yoldaş’tan aldığın dolarcıkları yurtdışına kaçak çıkartmak üzereyken yakalanmadın mı? 

Suriye’de “zindan” yatmış. Anlat bakalım, neden yattın? 

Fransa'da "zindan" yatmış. Evinde üç tane Suriye’li Muhaberat elemanı yakalanırsa, “Ne yapıyordun? Ne işin vardı bu adamlarla?..” demezler mi? Sahi, 
kim ihbar etti seni? Çok yakın akraban Semir (Ertan) Murat Sahillioğlu ihbar etmedi mi? Neden etti peki? Doğru söyle, neden ihbar etti?.. 

Bre soytarı, insan "zindan" sözcüğünü kullanırken azcık düşünmez mi? Bu ülkede zindan edebiyatı yapılır mı? Selimiye Askeri Cezaevi'nden dışarıya yazdığın mektup seni yalanlamaz mı? 

Selimiye askeri cezaevi güvenlik komutanı Yüzbaşı Murat, senin mektubunu getirip herkesin önünde okumadı mı?  Hatırla bakalım, “Burası cezaevi değil çiftlik, çiftlik!..” diye yazmamış mıydın? Şimdi o çiftlik “zindan” oldu öyle mi? Yüzbaşı Murat mektubunu okuduktan sonra, “Arkadaşlar ayıp oluyor, böyle çiftlik diye yazmayın bari!..” dedi mi,  demedi mi? Orada bulunan tüm devrimciler seni eleştirmedi mi? 

Sen ne yaşadın ki, “zindan edebiyatı” yapıyorsun? Zindanlarda yatan devrimcilerden utanmıyor musun? Bütün bunları geçeceksin. Suriye’de yaptığın pislikleri anlatacaksın. 

Cafer’i anlatacaksın. Cafer yoldaş, neden ve nasıl çıldırdı? Cafer yoldaş öldükten sonra, hanımı bir süre yanında temizlikçi olarak çalıştı mı, çalışmadı mı? Çalıştığını biliyoruz. Sonrasını anlat bize. Malak Fadal’ın “Ya o, ya ben!..” diye diretmesi üzerine niçin evden kovulduğunu anlat. Korkmadan utanmadan anlat ki, kim olduğun daha iyi anlaşılsın. Yaptığın rezilliklerin bilinmediğini sanma. Herşey ayrıntısına kadar biliniyor. Övünmek için herşeyi itiraf etmişsin. İşlediğin suçları yazarak belgelendirmişsin. 

İnternet ortamında atmak tutmak kolaydır. Başkalarının adıyla yazma. Kendi adınla yaz. İki zavallının adını kullanarak yazıyorsun. Başkalarını bulamadın mı? 

Komisyon kuralım diyoruz, kaçıyorsun? İbrahim Yalçın’ın karşısına çıkamıyorsun. Çıkarsan, yazdığın herşeyi yemek zorunda kalacağını çok iyi biliyorsun. 

Zindan mı diyorsun? Buyur gel. 

İşkence mi diyorsun? Yine gel. 

“Ser vermişsin, sır vermemişsin!..”, ne duruyorsun öyle ise.  

Suriye'deki ihanetlerini yazıyorum. Yazdıklarım yalan mı?.. 

Mobilyacı Hüseyin Antakya’da yaşıyor. Komisyon’a çağıralım tanık olarak dinlensin, ister misin? 

THKP-C/Acilciler’in MK üyeleri Kuzey Kore’ye gittiler, ben gitmedim. Komisyona çağıralım anlatsınlar, Orada neler oldu? Orada Ne yaptınız?.. 

Tekrar Suriye’ye dönüyorum. Yusuf'u kim öldürdü? Yusuf’u öldürttüğün Döşemeci S... ile yaptığın pazarlığı anlat. Döşemeci S.... şimdi nerede? Şerif, Şerif’in hanımı ve Döşemeci S.... üçgeninde ne oldu? Yusuf bu üçgen içinde hangi pazarlığın kurbanı oldu? 

Sarı Vedat’a çağrı yapıyorum. Suriye’de randevulaştık, İstanbul’da buluştuk ve konuştuk. Ne konuştuğumuzu bir kez yazdım, gerekirse bir daha yazarım. Vedat yoldaş benimle ilişki kurmalıdır. Konuya açıklık getirmelidir. Yazılanları okuduğuna eminim. 24 senedir Vedat yoldaş ile hiçbir bağlantım olmadı. Ne söylerse aynen kabul edeceğimi şimdiden ilan ediyorum. Vedat yoldaş konuşsun ve kimin sahtekâr olduğu ortaya çıksın. Bu kadar basit. 

Hadi bakalım Mihrac efendi, Sarı Vedat’ın tanıklağını kabul ediyor musun? Ben it enikleriyle uğraşmam. Eniklerin uluması beni ilgilendirmiyor. İhanetin başı saklanmaya çalışıyor. 

Mihrac Ural’ın Suriye’deki ihanetleri bitmez. Bir komisyon kurulmalıdır. Ali Sönmez konuşmalıdır. Kemal Bayram adam gibi konuşmalıdır. Pavyoncu Zafer bile konuşmalıdır. THKP-C/Acilciler örgütü nasıl tasfiye edildi? Suriye’nin bu tasfiyedeki yeri nedir? MİT bu işin neresindedir? 

Sami neden öldürüldü? Sarp Kuraycıların Şam’daki evleri kim tarafından hangi amaçlar için ihbar edildi. Evde bulunan militanlar niçin tutuklandılar ve yıllarca zindanlarda yattılar. Büyük Balık Operasyonu’nun aslı astarı nedir?  Kongre süreci, Süleyman Uğur olayı, Ali Hamam gerçeği öğrenilmelidir. 

Mihrac Ural adlı hırsız, annesi ve babası yanına geldiklerinde, “arabalarını tıka basa doldurup yolladığını” yazıyor. Gönderdiği şeylerin ne olduklarını ve kime ait olduğunu konuşalım. Eroin kaçakçılarıyla Mihrac’ın bağlantılarını sorgulayalım. Suriye’deki Mihrac Ural şirketinin sermaye yapısını ve Suriye’den Türkiye’ye gönderilen militanlara kurulan tuzakları açığa çıkaralım. 

Bir komisyon kuralım. Mit ajanı kim? Muhabarat ajanı kim? İhbarcı kim? Hain kim? Hırsız kim? Tasfiyeci kim? Hepsini yakalayalım mı? Ne dersin? Hadi bakalım, zindanların çocuğu, gerçeklerle yüzleşmeye var mısın? "Evet!.." demen yeterlidir. 

Fazla uzağa gitmeye gerek yok. Büyük Balık Operasyonu’nda görev alan bölge ve il sorumlusu yoldaşları konuşturalım. Komisyon bu yoldaşları dinlesin. Bakalım ne diyecekler? Sonuçlarına hep birlikte katlanacak mıyız? 

Ben hazırım. Sen de hazır mısın? 

Hazır olduğunu söyleyen Acilciler öne çıksın!.. 

Mihrac Ural Dosyası tamamlanmıştır demeyi çok isterdim. Maalesef bunu diyemiyorum. Hergün yeni bilgiler alıyoruz. Bilgi akışı öyle yoğun ki, olayı en ince ayrıntılarına kadar öğreniyoruz. Kanıtı elimizde olmayan veya doğrudan tanığı bulunmayan bilgileri yazmıyoruz. Buna karşın, daha önce bilinmeyen pek çok konu aydınlığa kavuşturulmuştur. 

Mihrac Ural’ın THKP-C/Acilciler örgütüne Suriye Muhaberatı adına sızdırıldığı açıkça bellidir. Şerif Yılmaz (Beşir Kanmaz)’ın durumu ve görevi daha farklıdır. Levent’in Muhabarat ile ilişkisi bulunmasına rağmen ihanet içinde olmadığını biliyorum. Levent edilgen tiptir, olanın bitenin farkında değildir, algılama yeteneğinden yoksun olduğu için kullanılmaya devam ediyor. 

Mihrac Ural sızıntısının asıl kaynağı, 1936’dan beri Uruba militanı olan babası Zeki el Kasım’ın Suriye’nin eski sağlık bakanı Zeki el Gamin ve Baas Partisi kurucularından Muhammed el Zarka ile olan ilişkilerinde saklıdır. Fotoğraflar ilişkileri kanıtlıyor. Mihrac Ural’ın el yazısıyla fotoğrafların altına yazdığı not ilişkileri açıkça doğruluyor. Daha önemlisi, Mihrac Ural kendisini Genç Kuşak Urubacı olarak tanımlıyor. Bu tanımlamayı doğrulan çetleşmeleri de elimizde bulunuyor. 

Şu anda bilmediğimiz bir konu kaldı. Mihrac Ural ile Muhabarat ilişkisi hangi tarihte kuruldu? 12 Eylül’den önce kurulduğu kesin. Büyük olasılık, bu pis ilişkinin kuruluş tarihi 1976’dır. Hatay’daki örgütlenmenin kitleselleği Muhabarat’ın ilgisini çekmiş olmalı. 

Mihrac Ural 13 Mart 1978’de Ankara’da yakalandı. Bu bizim bildiğimiz yakalanma tarihidir. Asıl yakalanma bu tarihten öncedir. 13 Mart 1978’den önce Samsun’da yakalandığını öğrendik. Ama ne kadar önce olduğunu öğrenemedik. Milliyet gazetesinin bu konuyla ilgili haberini yayınladık. 

Yakalanıyor ve bırakılıyor. Bursa’ya geliyor. Üzerinde kimlik taşımıyor. Bursa’da dolaşırken fotoğrafları çekiliyor. Ankara’ya geçiyor. Ankara’da takip devam ediyor. Yine fotoğraflar çekiliyor. Bütün bunlar bilinmiyordu. Bunlardan söz etmedi. “Ankara’da yakalandım, ama konuşmadım, adımı bile söylemedim!..” dedi. Bize söylediği herşeyin yalan olduğunu otuz sene sonra, biz açıkladıktan sonra, itiraf etti. 

Yakalandıktan sonra Antakya’ya götürülmediğini söyledi. Nedenini sorduk. “Antakya’da deşifre olmamıştım, davam yoktu!..” dedi. Konunun üzerine gittik. Ankara’da yakalanmasından önce Antakya’da evinin basıldığını itiraf ettirdik. Antakya’ya neden sorgulanmadığını itiraf ettiremedik. Nedenini biliyoruz artık. Gizlice götürüldü ve sorgulandı. Bildiği tüm ilişkileri anlattı. Antakya’dan Ankara’ya getirildi ve Ankara’dan İstanbul’a gönderildi. İstanbul’a getirilmesi bir şaşırtmacaydı. Kısa süre sonra İstanbul Davası’ndan tahliye edildi. 

İstanbul Davası’ndan tahliye edilmesine rağmen bırakılamadı. Evdeki hesap çarşıya uymuyordu. Yakalandıktan sonra en az 300 kişinin ifadesinde adı ortaya çıktı. Bu kişilere tek tek, “Poliste verdiğiniz ifadeleri değiştirin. Beni tanımadığınızı söyleyin. Ben tahliye olacağım!..” diye mektuplar yazdı. Kolay değil, istediği sonucu alamadı. Davanın uzayacağı anlaşıldı. Daha önce “Ben tahliye olacağım!..” diyerek kaçma ve kaçırılma önerilerini geri çeviren bu adam, Niğde’den Adıyaman’a götürüldü. Adıyaman’da televizyon izlerken yataktan düştü gerekçesiyle Adana’ya getirildi ve Adana’dan “kaçtı” dümeniyle salıverildi. 

Mihrac Ural’ın, kendi tabiriyle, “Acilciler’i ehlileştirmek” için MİT’e verdiği sözü yerine getirmeye başlaması da bu “kaçış” ile ilgilidir. 

Mihrac Ural’ın anne tarafından dedesi Bedii Uluç kadrolu MİT elemanıdır. Bedii Uluç ölene kadar MİT’ten maaş aldı. Bu bilgi otuz senedir Acilciler’den saklandı. Biz de yeni öğrendik ve yazdık. İnkâr edemiyor. Bedii Uluç’un, “Türk milliyetçisi” olduğunu yazdı, MİT elemanı olduğunu gözden kaçırmaya çalıştı. 

Türkiye’de ve Suriye’de yaptığı pislikleri yazdım. Tekrar etmenin gereği yok. Aynı şeyleri Avrupa’da yaptığını da yazmak gerekiyor. 

1988’e kadar birkaç kere Avrupa’ya geldi. Her gelişinde Avrupa’daki birimleri nasıl dağıttığı biliniyor. Bunları ben yazmayacağım. Bu süreci bire-bir yaşayan yoldaşlar var. Onların yazması daha doğru olur. Mihrac Ural’ın Avrupa’daki faaliyetlerini en iyi bilen İrfan Dayıoğlu’dur. Yazarsa öğreceğiz. 

1988’in ikinci yarısında, Kongre Kararı ile Avrupa Sorumlusu olarak Fransa’ya geldim. Avrupa’ya gelmeden önce Mihrac Ural Avrupa’da bulunan birçok yoldaşa  telefon etti. “Size bir yoldaş gönderiyorum. Herşey en kısa zamanda düzelecek. Oradaki eskilerin (Salih’tan ve Zafer’den bahsediyor)  a...’sını belleyeceğiz!..” dedi. Ben bu duruma itiraz ettim. “Öyle şey olmaz. Onlar da benim gibi MK üyesidir. Benim onları etkisizleştirmem mümkün değil!..” dedim. Fransa’ya geldiğim günün akşamı bu durumu Salih’e anlattım ve espri olarak “Sizin a...’zı bellemek için geldim!..” dedim. Aldığım cevap çok ilginçti. “Çok ta umurumdaydı!..” demek oldu. İki gün sonra Salih tarafından iltica işlerini yapan kurumun (OFPRA) sorumlusuna gittik ve beni tanıştırdı “Bundan sonra sizinle örgütümüz adına ilişkiyi İbrahim Yalçın yoldaş devralmıştır ben çekiliyorum!..” dedi ve ilişkileri devretti. 

Ali Sönmez, benden çok önce Suriye’den Avrupa’ya gelmesi gerekirken, Mihrac Ural tarafından ihbar edileceği korkusuyla Suriye’de saklanmış ve yeni pasaport buluncaya kadar çıkış yapmamış. Benden birkaç hafta sonra Fransa’ya geldi. 

1.Kongre’den sonra yapılan ilk MK toplantısında alınan karar gereğince Zafer Gündoğdu Fransa’dan Suriye’ye dönecek ve orada kalacaktı. Suriye’deki tüm taşınmaz mal varlıkları satılarak Fransa’ya getirilecekti. Bunlar uygulanamadı. 

Zafer Gündoğdu eşi’nin hamile olduğunu ileri söyledi ve Suriye’ye gitmedi. Bu nedenle, Fransa’da bulunduğum süre içinde Zafer Gündoğdu ile ilişki kurmadım. 

Zafer Gündoğdu siyasi olmayan bir olaydan dolayı Konya cezaevinde bulunduğu sırada “örgütlenmiş” ve tahliyesinden sonra Suriye’ye çıkartılarak MK üyesi yapılmıştı. Acilciler’in Türkiye’deki çalışma biçimi konusunda hiçbir şey bilmiyordu. 1.Kongre döneminde en çok eleştirilen kişi oldu. Buna karşın, Mihrac Ural’ın en çok güvendiği kişi olma özelliğini sürdürdü. Bugün bile, “hiçbir şeyle ilgim yok” demesine rağmen Mihrac Ural’ın “sadık yoldaş”ı olma özelliğini koruyor. Salih (Kemal Bayram) da öyledir. 

Kemal Bayram’ın 12 Eylül öncesinde Acilciler örgütüyle ilişkisi TÖB-DER’in Antakya’daki  faaliyetleriyle sınırlıdır. Acilciler örgütünün illlegal yapısıyla kesinlikle ilgisi olmamıştır. Örgütlenme konusundaki tüm bilgisi legal faaliyetlerin dışına çıkmamıştır. 12 Eylül’den bir gün önce yurt dışına çıkmak için İstanbul’a geldi ve görüştük. 12 Eylül’de darbe olduğu için bir daha görüşemedik. Kısa zaman sonra Suriye’ye çıkmış ve MK üyesi olmuş. Fransa’da herkes tarafından tanınan bilinen bir “şahsiyet”tir. Örgütsel yetenekleri yok denecek kadar azdır. Buna rağmen, son derece gelişkin “başka yetenekleri” vardır ve bu alanda uzmanlığı ile bilinir. Bunların ne olduklarını yazmayacağım. 

Her şeye evet der, hiçbir şeye itiraz etmez. “Haklısın yoldaş!..” diyerek her şeyi onaylar. Aradan bir saat bile geçmeden onayladığı şeyleri unutur ve söylediği sözü inkâr edebilir. Herkesle iyi geçinmeye çalışır, son derece edilgendir. Mihrac Ural hakkında ileri geri konuşur ama karşısına geldiği zaman susar, boyun eğer ve her söyleneni yapar. Neden böyle davrandığı sorulduğu zaman, sadece susar, sesini çıkartmaz. İlkesizdir. Kızamazsın, acırsın, üzülürsün ve düzelir diye beklersin. Yazılanların doğru olmadığını ve gerçekleri kendisinden başka kimsenin bilmediğini söyler. “Madem ki sen doğrusunu biliyorsun, yaz öyleyse!..” denildiği zaman yere bakar ve ne gereği var, ..... davası mı olur” der. Aslına bakarsanız bildiği hiçbir şey yoktur. Kandırılmıştır. Suriye’de, resmi yetkililer nezdinde, Acilciler örgütünün Genel Sekreteri olarak bilinir. Mihrac Ural’ın değil de neden kendisinin bu sıfatla takdim edildiğini bile bilmez. 

Fransa’ya geldiğim zaman Salih’le uzun uzun konuştum. Suriye örgütünün bizden olmadığını anlattım. “Ne yapabilirz ki?..” diye sordu. “İhraç edelim!..” dedim. Ali Sönmez’in ve benim böyle düşündüğümüzü söyledim. Kendisinin de onaylaması halinde MK çoğunluğu kararıyla “Örgütümüzün Suriye birimini ihraç ettiğimizi devrimci kamuoyuna deklare edelim!..” dedim. İtiraz  etmedi, “Düşünmem lazım!..” dedi. Örgütümüzün Suriye birimini ihraç ettiğimize ilişkin yazıyı yazmamı istedi. Yazdığım yazıyı aldı ve Mihrac Ural’a yolladı. 

Mihrac Ural yanına aldığı üç tane Muhaberat görevlisi ile birlikte Suriye’ye den Fransa’ya bir kez daha geldi. 

Bu sırada Türkiye’de o meşhur “Büyük Balık operasyonu” yapıldı ve seksenden fazla militan yakalandı. Türkiye ve İstanbul sorumlusu Sinan ile Ege bölge sorumlusu Zekeriya yoldaşlar Yunanistan üzerinden Fransa’ya ulaştı. “Mihrac Ural’dan hesap soracağız!..” diyorlardı ve benim yanımda kalıyorlardı. 

Büyük Balık Operasyonu, adı üzerinde gizli servis operasyonudur. Suriye istihbarat örgütü Muhaberat’ın yaptığı operasyondur. MİT’in bilgisi dahilinde yapılmıştır. Suriye’den Fransa’ya gelirken böyle bir operasyon yapılması kararımız yoktu. MK tarafından alınmış başka kararlar vardı. Buna rağmen, eylemler başladığı zaman haberimiz oldu. Telefonla gazetelere konuşmak ve eylemler hakkında bilgi vermek de Salih ile bana kaldı. 

Ali Hamam’ın bu eylemler sırasında militanlar arasında kuryelik yaptığını daha sonradan duydum. Polise bilgi verdiğini kabul eden Ali Hamam’ın cezalandırılmasına karar verildiği halde, ben Fransa’ya geldikten sonra eylemciler arasında kurye olarak görevlendirilmesi, eylemlerin Türkiye ayağını MİT’in yönlendirdiği anlamına gelir. 

Büyük Balık Operasyonu’nun amacı ikilidir. Suriye istihbarat örgütü Muhaberat nezdinde zaafa uğrayan güvenin tazelenmesi ve MİT’e verilen sözlerin yerine getirilmiş olması açısından ikilidir. THKP-C/Acilciler örgütü bu eylemlerin sonunda tamamen tasfiye edilmiştir. 

Bir komisyon kurulmalıdır. Acilciler örgütünün bilinçli bir plan dahilinde nasıl bitirildiği araştırılmalıdır. Ali Hamam olayı, Mihrac Ural ihanetinin düğüm noktasıdır. Bu düğümü çözecek olan tek kişi, İbrahim Yalçın’dır. İbrahim Yalçın’ın üzerine giderek susturmaya çalışmaları bundandır. 

Sarı Vedat, Ali Hamam konusunu ayrıntılarıyla bilen ikinci kişidir. İstanbul’da ilk kez benden duymuştur. Ortaya çıkacağını ve bu konuyla ilgili açıklama yapacağını umuyorum. 

Mihrac Ural, Fransa’ya geldikten sonra kendisini görmek istemedim. Malak Fadal’ı Ozan Kerem’i ve Aladdin Özden’i de yanına alarak evime geldi. Örgütte kalmam için israr etti. “Biz etle tırnak gibiyiz, her şey düzelecek!..” diye ateşli bir konuşma yaptı. Kararımdan vazgeçmedim. 

Çantasında taşıdığı 300.000.- Fransız Frangı’nı gösterdi, parayı bana vermek istedi. Bu ahlâksız teklifi reddettim. Konuşmamı istemiyordu. “Kol kırılsın ama yen içinde kalsın!..” diyordu. “Hayır!..” dedim. Örgütün ihanete uğradığını ve bunun bilinmesi gerektiğini söyledim. İpler tamamen koptu. İşte bu görüşmeden sonra, “Mit Ajanı!..” olduğumu söylemeye başladı. “Örgütten attık, bizi Fransız polisine ihbar etti!..” dedi. Söylemedik hiçbir şey bırakmadı. Aklına ne geldiyse söyledi. 

Hiç önemsemedim. Yıllardır uğruna her şeyimi ortaya koyduğum örgütümün tasfiye edilmesi için bilinçli faaliyet yürüten Mihrac Ural adlı soysuzu deşifre etmek benim için devrimci görevdi ve bu örgütün militanlarına karşı olan bir sorumluluktu. İşte ben bunu yaptım. Bugün yazdıklarımı,1988’de yazdım. Bugün konuştuklarımı 1987'de Suriye'de odasında yüzüne karşı söyledim. 

Mihrac Ural adlı soysuz şimdi kalkmış internet ortamında atıyor tutuyor. Suriye’de defalarca tartıştığımızı, kafasını duvarlara vurduğunu, alnını şişirdiğini, yirmi gün kadar konuşmadığımızı o günlerde orada bulunan birçok yoldaş biliyor. Benim söylediklerim yeni şeyler değil. 1987’den beri söylediğim şeylerdir. Örnek veriyorum. Yakup Baysan’ı tanık gösteriyorum. 

Yakup Baysan, Büyük Balık Operasyonu’ndan birkaç ay önce Güney Bölgesi sorumlusu olarak ülkeye gönderildi. Ülkeye girişinden hemen sonra kendisine gerekli olan her şeyin 15 gün içinde ulaştırılacağı söylendi ve bu konuda ciddi sözler verildi. Yakup Baysan ülkeye girdikten sonra unutuldu ve verilen sözlerin hiçbirisi yerine getirilmedi. Getirilmediği gibi, Mihrac Ural ve Zafer Gündoğdu, Yakup Baysal için, “İki ay sonra hangi hapistaneden mektup yazacak!..” diye lades çektiler. 

Şiddetle tepki gösterdim. Şaka yaptıklarını söylediler. Bir süre sonra, Mihrac’ın odasında oturduğum bir sırada, Yakup Baysal telefon etti. Yakup ile telefonda ben konuştum. “Söz verdiniz, örgütsel faaliyetler için her şeyin hazır olduğunu söylediniz, ama burada beni aç bıraktınız!..” diye şikâyet ediyordu. Kızgındı kırgındı ve “Hiçbir örgütsel faaliyet yapamadığını, kalacak yeri ve karnını doyuracak parası olmadığını, aç kaldığını, inşaatlarda işçilik yapmaya başladığını” söyledi. Kendisine, “Mihrac’ın yarım saat sonra burada olacağını ve yarım saat sonra tekrar telefon etmesini, kendisini bu duruma düşüren adama küfretmesini, evet küfretmesini” söyledim Yarım saat sonra Mihrac Ural geldi ve bu durumu olduğu gibi anlattım. “Bir yere ayrılma, Yakup aradı, şimdi yeniden arayacak, sana küfretmesini söyledim” dedim. Çok bozuldu. Uzun süre tartıştık. Kavga ettik. 

Yakup Baysan bu yazıları okuyor. Konuşmak zorundadır. Tanık olmalıdır. Güney bölgesi sorumlusu olarak gönderildiği halde nasıl yalnız bırakılarak adeta polisin kucağına bırakıldığını anlatmalıdır. Kimin yalan söylediğini söylemek zorundadır. Bu bir görevdir. Tarihimize karşı sorumluluktur. 

Mihrac Ural şimdi milyon dolarlarla oynuyor. Türkiye’ye yollanan yoldaşlar için kılını kıpırdatmayan bu soysuz, annesi babası yanına geldiği zaman arabalarını tıka basa doldurup gönderdiğini ve fazlasını da oradaki fakir fukaraya hayır için dağıtmalarını istediğini yazıyor. Bugüne kadar bu rezilliklere sessiz kalan Acilciler’e sesleniyorum. Niçin sessiz kalıyorsunuz?.. 

Devam ediyorum. Mihrac Ural’ın Fransa’da amcasının oğlu Semir (Ertan) Murat Sahillioğlu tarafından ihbar edildiğini edildiğini bilenler var. Kendisi de biliyor. Salih de biliyor. Buna rağmen, “İbrahim Yalçın ihbar etti!..” diyor. “Gel bu iddialarını bir komisyona anlat!..” diyoruz gelmiyor. Böyle bir platformda yüzüne tükürüleceğini bildiği için gelmiyor. 

Mihrac Ural, Avrupa’daki örgüt militanlarını polise ihbar eden adamdır. Belgelerini yayınladım. 

Mehmet Koç, şu an ölümle pençeleşiyor. 1975’den itibaren bu örgütlenmenin emektarlarından. Malatya Beylerderesi’nde katledilen yoldaşlarımız tarafından örgütlenerek bugüne kadar dimdik yaşamış bir yoldaşımız. Hasan Basri Temizalp yoldaşımızın elindeki sten makinalı tüfeği kendisine veren ve Beylerderesi’den sonra tutuklanarak cezaevine giden yoldaşımız. 

Mehmet Koç, Mihrac Ural tarafından polise ihbar edilmiştir. Örgütümüzün Hollanda sorumlusu Refik Buğdaycı, Mihrac Ural tarafından polise ihbar edilmiştir. Partizan örgütü tarafarı M.Ali Pınar adlı emekçi, “Acilcidir!..” diye polise ihbar edilmiştir. Bu ihbarlar, Mihrac Ural’ın el yazısıyla yapılmıştır. 

Mehmet Koç ve Refik Buğdaycı’nın  konuyla ilgili açıklamalarını ve Mihrac Ural’ı kınayan yazılarını bu sitede ( http://enginerkiner.org ) yayınladık. 

Mihrac Ural kurulacak komisyonun bu ihaneti aydınlığa kavuşturacağını bildiği için kaçmaya devam ediyor. 

Suriye’de Fikret Öztürk’ü Şam’dan Lazkiye’ye getirterek aleyhimde düzmece yazı yazdırdı. Fransa’da İsa’yı ve Cabir’i kaçırdı, aleyhimde düzmece yazı yazdırdı. Ne oldu peki? Bu yoldaşlar Mihrac soytarısının elinden kurtulur kurtulmaz bana geldiler. Salih (Kemal Bayram) bunları konuşmuyor. Konuşamaz... 

Yazdığımız yazılardan şikâyetçi olan arkadaşlar varmış. Neden şikâyet ediyorlar? Bildikleri birşey mi var? Bildikleri şeyler doğruysa neden açıklamıyorlar? Korkuları nedir? Kimden ve niçin korkuyorlar? 

İktidar için silahlı külahlı örgütün militanlığını yapmış insanların birkaç kişilik suç örgütü çetesinden çekinmeleri ve susmayı tercih etmeleri, kendi kendilerini inkâr etmek değil midir? Bugüne kadar uğruna mücadele ettikleri değerleri çiğnemek, reddetmek anlamına gelmez mi? Acilciler’in Avrupa örgütlenmesini Mihrac’ın tasfiye ettiğini Avrupa’daki Acilciler bilmiyor mu? Öyle ise, neden konuşmuyorlar? 

Türkiye’deki ve Avrupa’daki insanlar aldatılmıştır. THKP-C/Acilciler örgütünün militanları, Mihrac Ural’ın şirketine para aktarmanın bir aracı olarak kullanılmışlardır. Özel sohbetlerde şikâyet konusu yapılan şeylerin devrimci kamuoyu genelinde bilinmesi gerekmiyor mu? 

Başka örgütlere sızmış Mihrac Uralların önünü kesmek için gerekiyor. 

Bunlar konuşulmadığı için, Mihrac Ural yeğeni Tevfik kanalıyla Avrupa’da dolandırıcılık yapmaya devam ediyor. Mihrac Ural’ın yeğeni Tevfik (Ali Öfkeli) Fransa’da yaşıyor. Kardeşi Ayhan Öfkeli, Belçikada yaşıyor. Mihrac Ural şu an dolandırıcılık işlerini bunlar vasıtasıyla yapıyor. Avrupa’da dolaşmadıkları Antakyalı kalmadı. İş yapacağız diye para alıyorlar, Antakyalı’ları dolandırıyorlar ve kayboluyorlar. 

Mihrac Ural bu kişilerin kefilidir. 

Mihrac Ural bu kişilerin ortağıdır. 

Mihrac Ural, son olarak Hollanda’dan  İbrahim adlı bir Antakyalı’ya telefon ederek yeğeni Tevfik’e (Ali Öfkeli’ye) 50.000.- euro vermesini istiyor ve "Ben kefilim!.." diyor. Tevfik ancak 5.000.- euro alabiliyor ve ortalıktan kayboluyor. 

Mihrac Ural’ın yeğeni Tevfik, Suriye’den Fransa’ya Acilciler örgütünün değerleriyle geldi ve bu değerleri Avrupa’daki doğru dürüst insanları dolandırmak için sermaye olarak kullanıyor. Yüzbinlerce euro dolandırıyor. 

Dolandırılan Antakyalılar Almanya’dan Fransa’ya geliyorlar. Tevfik (Ali Öfkeli) adlı dolandırıcıyı arıyorlar. Yerini bildirene ödül vereceklerini söylüyorlar. 

Mihrac Ural’ın Zafer’e yoldaş diye hitap etmesine bakmayın. Yeğeni Tevfik vasıtasıyla Zafer'i bile dolandırdı. Zafer’in Tevfik’i aradığını ve “Gördüğüm yerde vuracağım” dediğini Salih’ten öğrendim. 

Bunlar ip cambazlarıdır. Para için yapmayacakları alçaklık yoktur. 

Avrupa’daki Acilcilere sesleniyorum. Mihrac Ural ihanetini yazmalısınız. Başka “Mihrac Ural”ların önünü kesmek için yazmalısınız. Bir komisyon kuralım ve yalan yazıcı sahtekârı ortaya çıkaralım. 

Var mısın, Mihrac Ural?.. 

Var mısın, küresel soytarı?..