İbrahim Yalçın – Haydar Yılmaz
Suriye’de uzun yıllar (1980’den 1992’ye kadar) kaldıktan sonra Türkiye’ye dönen ve şu sıralar Avrupa’da bulunan eski bir arkadaştan gelen telefon üzerine buluştuk. Arkadaşımız, Mihrac Ural’ın Suriye’ye geldiği günden beri en yakınında bulunmuş bir kişidir. Bu sitede yazılan her yazıyı okuduğun, bazı konuların iç yüzünü çok iyi bildiğini ve kimi olayların tanığı olduğunu söyleyerek söze başladı. Devrimci eylem ve ahlâkla kesinlikle ilgisi bulunmayan Mihrac Ural’ın “organize karanlık ilişkilerinin” devrimci hareketler ve namuslu insanlar tarafından öğrenilmesi gereketiğine inandığı için konuşmak istediğini anlattı.
Arkadaşın Türkiye’de yaşadığını ve ara sıra Suriye’ye gidip geldiğini de göz önüne alarak, “Yazabilirsiniz, hiç kimseden çekinecek bir şeyim yok!..” demesine rağmen, ismini şimdilik yazmayacağız. Mihrac Ural’ı kastederek, “Bu adamı on sene yazsanız yine de bitiremezsiniz. Çünkü bu adamın attığı her adım da yalan var, söylediği her sözde mutlaka bir hinlik var!..” dedi. Bizzat tanık olduğu ve içinde yer aldığı olayları anlattı. Konuşma esnasında tuttuğumuz notları olduğu gibi aktarmaya çalışacağız.
Mihrac Ural kendi blogunun tanıtım yazısında “insanlık erdemi” gibi sözler sarfederken, insanlık düşmanı yüz kızartıcı pis işlerin (eroin ticaretinin) içinde gırtlagına kadar b... battığını öğrendik. Tahmin ediyor ama bilmiyorduk. Acilciler’e “Ser verdim, sır vermedim!..” diye yalan söylerken, eroin tüccarlarına numune veriyormuş, piyasa tabiriyle “mal” pazarlıyormuş. Bu yüz kızartıcı pis işi kimlerle ve nasıl yaptığını detaylarına kadar öğrendik.
Zihni Alan’la arasının ne zaman ve niçin bozulduğunu, Zihni’yi neden öldürttüğünü öğrendik. Zihni Alan’ın ölümünden sonra Suriye’deki gelişmelerin detaylarını da biliyoruz artık. Cemil Esad tarafından Mihrac Ural’a konulan siyaset yasağını ve ticaret serbestliğini bilmiyorduk, yeni öğrendik. Hiç şaşırmadık ama ilk kez duyduk.
Mihrac Ural’ın babası Zeki el Kasım Ural’ın Suriye’de kimlerle görüştüğünü, Zihni Alan cinayetini nasıl örtbas ettiklerini öğrendik. Müntecep Kesici (Şıh) yoldaşın nasıl öldürüldüğü ve ona yardım etden insanların mallarını ellerinden alarak Basit’e giriş yasağı koydukları sır olmaktan çıktı. Müntecep Kesici’nin “kaza kurşunu” ile öldürüldüğünün tamamen yalan olduğu anlaşıldı.
Mihrac Ural ile Bedri Yağan arasındaki “soğuk savaş”ın ve Bedri’ye olan düşmanca tavrın nedenlerini, Mihrac Ural’ın DS (Devrimci-Sol) ayrılığı sırasında Dursun Karataş’a neden sığındığını öğrendik.
Mihrac Ural, Ali Çakmaklı’nın öldürüldüğü haberinin geldiği gün Türkiye’ye kimi gönderdi? “Nebil Rahuma’yı bulun, Nebil’i öldürecekler!..” diye, karşı tarafı provake ederken ne yapmaya çalışıyordu?
Bunları sırasıyla yazacağız.
Tarihimizi kirleterek, onu üçüncü sınıf bir çapulcular çetesinin “suç örgütü” konumuna sokmaya çalışan Mihrac Ural’ın çirkin yüzünü ve ihanetlerini çok yönlü öğrenmemiz için bizlere yardımcı olan herkese teşekkür ediyoruz.
Mihrac Ural eroin-esrar ticaretinde numune taşıyor!..
1) Samandağlı Uzun Ömer lakaplı Bedi Hoca ömrünün sonuna kadar eroin-esrar ticareti ile uğraştı.
2) Harbiyeli Yusuf (Nihat), eski Acilci ve Tacettin Sarı ile birlikte 12 Eylül’den önce Suriye’ye ilk kaçan kişi. Bedi Hoca’nın resmi ortağı ve onun gibi eroin-esrar ticareti ile meşguldür.
3) Mihrac Ural (Türkiyeliler arasında Ali Hoca, Muhabarat tarafından Sırtlan lakaplı), eski Acilci, 12 Eylül öncesi kimseye haber vermeden, Tacettin Sarı’nın peşinden Suriye’ye kaçtı. Polis işbirlikçisi ve devrimcilerin katili. Türkiye’de Acilci, Suriye’de Murtada’cı, Hatay Kurtuluş örgütü lideri ya da Uruba’cı olarak geçinir. Para için yapmayacağı şey yoktur.
4) Abu Fuvaz, Suriye vatandaşı. Cemil Esad’ın en yakın adamıydı. Cemil Esad ölene kadar gelen telefonlara bakar ve randevuları organize ederdi.
5) Şerif, eski Acilci. 12 Eylül döneminde polise teslim oldu ve kısa bir süre hapis yattı. Hapisten çıkar çıkmaz Suriye’ye kaçtı. 30 senedir Mihrac Ural’ın yanında. Suriye’de öldürülen devrimcilerin hepsinde parmağı olan şahıs. Eroin ticaretinde Mihrac Ural’ın ayakçılığını, diğer zamanlarda şoförlüğünü yapıyor.
6) Levent, 30 senedir Suriye’de Mihrac Ural’ın getir götür işlerini yapıyor. İnsiyatifsiz ve edilgen bir kişidir. Mihrac Ural tarafından güvenilmez tip olarak görülmesine rağmen, adam yokluğu nedeniyle kullanılmaya devam ediliyor.
Samandağlı Bedi Hoca ve ortağı Harbiyeli Yusuf (Nihat) eroin ve esrar işinin asıl patronlarıdır. Görevleri, iyi kalitede mal temin etmek ve pazarlanacak yerin adresini Mihrac Ural’a bildirmektir.
Mihrac Ural’ın görevi tam bu noktada başlar. Bedi Hoca ve Yusuf (Nihat)’tan gelen eroin ve esrar numuneleri Şerif ya da Levent kanalıyla alıcıya ulaştırılır. Alıcı taraf getirilen numuneleri inceledikten sonra beğenirse sevkiyat için bu kişilere talimat verirler. Şerif ya da Levent’ten gelen “görüşmenin olumlu geçtiği” haberi üzerine Mihrac Ural sevkiyatın başlaması için Bedi Hoca ve Yusuf’u (Nihat) bilgilendirir. Sevkiyat işi başlatılır.
Mihrac Ural,Türkiye Suriye Lübnan ve Mısır arasında yapılan eroin-esrar ticaretinde Samandağlı Bedi Hoca ve Harbiye’li Yusuf (Nihat)’ın aracısı ve ayakçısıdır.
Mihrac Ural’ın pazarladığı malın asıl sahipleri ve işin partonları olan Samandağlı Uzun Ömer lakaplı Bedi Hoca ve Harbiyeli Yusuf (Nihat), Suriye’de ve Lübnan’da deşifre olan kişilerdir. Bu nedenle, Suriye Lübnan arasındaki sınır geçişleri veya şehirler arası yolculuklarında ciddi güvenlik sorunları vardır. Bu sorunun çözümü ve patronlarının serbestçe seyahat edebilmeleri için her seferinde devreye girmek zorundadır. Cemil Esad’ın en yakın adamı ve telefonlarına bakıp randevularını organize eden Abu Fuvaz bu işle ilgilenir.
Abu Fuvaz gerekli görüldügü zaman Bedi Hoca ve Yusuf (Nihat)’ı Cemil Esad’ın arabasıyla dolaştırmakla görevlidir. Cemil Esad’ın arabası aranmadığı için eroin-esrar patronları sınırlarda ya da Suriye-Lübnan içlerinde kolaylılıkla dolaştırılır.
Mihrac Ural bu işlerle uğraşırken kendisine hediye edilen meşhur beyaz mercedesle dolaşıp teslim edilen malın karşılığı 100.000.- dolarları sayarken, Acilciler 12 Eylül zindanlarında işkence görüyorlardı veya bazen aylarca aç susuz yaşıyorlardı.
Mihrac Ural ne söylersek “Yalan!..” diyor. “Yapmadım. Ben değilim!..” diyor. İnkâr ediyor. Sorduğumuz hiçbir soruya cevap vermiyor. Çömezleri hep bir ağızdan bağırıyor. “Yapmadı, o değildi!..” diyorlar. Hiçbir önemi yok.
Mihrac Ural’ı ikna etmeye çalışmıyoruz. Devrimci kamuoyunda ve namuslu insanların huzurunda teşhir ediyoruz. Mihrac Ural ve onun gibi ahlâksızları teşhir etmeye de devam edeceğiz.
Evet, herşey daha netleşiyor. Mihrac Ural’ın “Ser verdim, sır vermedim!..” derken, ne demek istediğini şimdi daha da iyi anlıyoruz. Acilciler’e sır vermezken, eroin kaçakçılarına numune veriyormuş. Yazıklar olsun!..
Siyaset yasaklı Mihrac Ural, Zihni Alan’ı (Yusuf’u) nasıl ve neden öldürttü?
Zihni Alan (Yusuf) 12 Eylül 1980 darbesinden kısa süre sonra Suriye’ye çıktı. Aralık 1987’de yapılan THKP-C/Acilciler 1. Kongresi’nde MK yedek üyesi seçildi. 1992’de öldürülmesinden iki sene öncesine kadar Mihrac’ın yanında olmuş ve tüm sırlarını bilen üç kişiden birisidir (Şerif ve Levent’le beraber).
Orta-Doğu’da Arapça okumayı yazmayı öğrenen tek kişidir. Uzun süre Acilciler’in Orta-doğu’daki bürokratik ilişkilerinde tercümanlık yaptı ve bölgede bulunan devrimci örgütlerle ilişkileri Acilciler adına yürüttü. Türkiye’den gelen yoldaşların siyasi eğitimleri konusunda sorumlu oldu.
Cemil Esad ile Mihrac Ural aracılığıyla tanıştı ve bu kişinin güvenini kazandı. 1980’den 1990’a kadar Zihni Alan ile içtikleri su ayrı gitmeyen Mihrac Ural’ın arası bu tarihten sonra açıldı. Zihni Alan öldürülmeden bir süre önce Mihrac Ural ile Cemil Esad’ın arasına karakedi girdi. Neden?
Mihrac Ural, Lazkiye’de evinin arka tarafında bir benzin istasyonu aldı (1989). Benzin istasyonu çevresinde harabe evler ve dükkânlar vardı. Benzin istasyonu iyi iş yapıyordu. Cemil Esad burayı Mihrac Ural’dan almak istedi. Önce istasyonun çevresindeki harabe evleri ve iş yerlerini satın aldı. Arkasından benzin istasyonunun kendisine satılmasını istedi ve Mihrac’ın elinden aldı. Asıl amaç, Mihrac’ın yavaş yavaş tasfiye edilmesiydi. Mihrac Ural,Cemil Esad’ın her türlü desteğine rağmen Hatay Kurtuluş Örgütü’nü geliştiremedi. Yanında bulunan ve hergün azalan Acilci militanları Hatay Kurtuluş Örgütü üyeleri olarak tanıtması da işe yaramadı. Mihrac’ın yanında kimsenin kalmadığı Cemil Esad’ın gözünden kaçmadı. Bu ve benzeri olaylar, Cemil Esad’ın Mihrac’a olan güvenini yitirmesine neden oldu.
Mihrac’ın yüzüne karşı, “Sana istediğin herşeyi verdim, ama sen hiçbir ilerleme kaydedemedin. Verdiğim 25’in 23’ünü bitirdin!..” dedi. Örnek olarak PKK’yi gösterdi. Hatay Kurtuluş Örgütü sorumluluğundan aldı. Siyaset yapmasını yasakladı. Görevi, Zihni Alan’a devretti.
Mihrac’ın sadece ticaret yapmasına izin verildi. Bu olay üzerine başka bir yerde benzin istasyonu aldı. Naim ve Sacit Kumlu’nun çalıştığı benzin istasyonunun yakınlarında aldığı yeni benzinlik eskisi gibi iş yapmadı. Naim ve Sacit’i taciz ederek onları oradan uzaklaştırmak istedi.
Öte yandan, Türkiye’den gelen otobüslerde kaçak olarak getirilen battaniye yağ soba sigara gibi ürünler Naim ve Sacit kanalıyla Suriye’de satılıyordu. Mihrac Ural baskı yaparak battaniye soba yağ ve sigara işinin kendisine devredilmesi istiyordu. Bir defasında A.S. ile birlikte buraya baskın yaptı. Bir süre sonra adamları (Abusteyf, Haydar ve Şerif ) tarafından bizzat Sacit Kumlu’nun evine baskın düzenletti. Sacit’in evinde bulunan telefona bile el koymak istediler. Baskın haberinin, Sacit’in Suriyeli kayın biraderi duydu ve Abusteyf bu kişi tarafından yakalanarak tokatlandı.
Mihrac Ural için herşey paradır. Para için yapmayacağı hiçbir şey yoktur. Türkiye’den Suriye’ye sırtlarında deri ceket getiren kaçakçıların ceketlerini çaldığına bizzat tanığım. Kaldı ki, bu kaçakçılar gelirken yanlarında birkaç tane devrimci getiren insanlardı. Bu adamları bile soydu diye konuşmasını sürdüren arkadaşın isimlerini verdiği bazı insanlarla ilişki kurmak ve bu anlatılanların onayını aldıktan sonra yazmaya karar verdik.
Siyaset yasaklı Mihrac Ural, paranın kokusunu aldığı her yere burnunu sokmaya çalışırken Yusuf ( Zihni Alan) ile gizli savaş halindeydi.
Mihrac Ural’ın Cemil Esad’ın dışında başka ilişkileri de vardı. Bu ilişki, Baas Partisi kurucuları arasında yer alan eski Urubacı kadrolar ile babasının kurduğu eski ve köklü ilişkidir. Zeki el GAMİN ve Muhammed el ZARKA gibi ilişkileri vasıtasıyla siyaset yasağını kaldırtmak istese de, bu kişiler Cemil Esad’la karşı karşıya gelmek istemedi.
Mihrac Ural’a konan siyaset yasağı ile Zihni Alan’ın etkinliği arttı. Cemil Esad ile ikili görüşmeleri Yusuf yapmaya başladı.
ZİHNİ ALAN (YUSUF) ÖLDÜRÜLÜYOR
Zihni Alan ile Mihrac Ural arasındaki iplerin gerilmesine Haydar Yılmaz olayı da eklenmelidir. 1989’da hapisten kaçarak Yunanistan’a geçen Haydar Yılmaz’ın Yunanistan’da olduğu haberi üzerine örgüt içinde yeni bir huzursuzluk ortaya çıktı. Yusuf, Haydar’dan gelen haberlerin iyi olmadığını, Haydar’ın bacaklarından rahatsız olması nedeniyle yardım edilmesi gerektiğini söyledi. Mihrac Ural bu konuya sıcak bakmadı. “Ne yapacağı belli olmaz, bu adama dikkat etmek lazım!..” diye meseleyi geçiştirmek ve Haydar hakkında kuşku yaratarak gözden düşürme yoluna girdi.
Libya sorumlusu ve MK yedek üyesi Sami’nin daha önce kaçırılarak öldürülmesi ve öldürülmeden önce elinden zorla alınan Yusuf hakkında karalayıcı iftira yazısı sağa sola yollandı. Yusuf’un “hain” olduğu ve cezalandırılacağı yolunda yoğun propaganda yapıldı. Karşılıklı sürtüşmelerin iyice yoğunlaştığı bu dönemde Yusuf, Fransa’ya geldi ve elinde bulunan belgeleri göstererek Mihrac Ural’ın ihanetlerini saydı sıraladı. Fransa’da konuştuğu herkes tarafından uyarıldığı halde Yusuf uyarıları dikkate almadı.Fransa’dan Suriye’ye dönüşünden kısa süre sonra, Cemil Esad’a telefon ederek randevu istedi. Kararlaştırılan gün ve saatte randevuya giderken yolda önü kesildi ve kurşunlanarak katledi.
Yusuf (ZihniAlan)’un Cemil Esad ile olan randevu saati, Cemil Esad’ın randevularını organize eden Abu Fuvaz tarafından Mihrac Ural’a bildirildi ve bu bilgi üzerine Yusuf’un gideceği yola pusu kuruldu.
Abu Fuvaz uzun süre Mihrac Ural’ın Eroin ticaretinde aracılık ayakçılık yaptığı kişileri Cemil Esad’ın arabasıyla istenilen yere güvenlik içinde götürüp getiren kişidir. Eroin ticaretinde Mihrac Ural’dan pay aldığı için, Mihrac Ural tarafından daha önce zaten ayarlanmıştı.
ZİHNİ ALAN (YUSUF) ÖLDÜRÜLDÜKTEN SONRA NE OLDU?
Zihni Alan’ı Süleyman’ın kullandığı arabada arkada oturan Döşemeci Sami öldürdü. Süleyman ve Döşemeci Sami, 1.Kongre döneminde Suriye’de bulunan tüm yoldaşlar tarafından tanınan kişilerdir. Burada önemli bir ayrıntıyı da belirtmek gerekiyor. Döşemeci Sami, Zihni Alan’ı (Yusuf)’u öldürmeye şantaj yapılarak mecbur edildi. Olaydan kısa bir süre önce, Döşemeci Sami, burada yazmak istemediğimiz ahlâki bir nedenle “suç üstü” yapılarak uygunsuz bir halde yakalandı. Döşemeci Sami bu vesileyle cezalı iken, “Yusuf’un işini bitirme” karşılığında serbest bırakılacağı sözü verilerek “ikna” edildi. Bu pazarlığı Mihrac Ural yaptı.
Yusuf öldürüldükten sonra, Mihrac Ural ve döşemeci Sami kaçtı. Levent, Şerif ve Haydar, Cemil Esad tarafından yakalanarak tutuklandı 15 gün sorguya çekildi. 15 gün sonra serbest kalan Haydar, Mihrac Ural ile olan ilişkisini kesti ve kaynanasının evine yerleşti. Daha sonra, yapılan tehdit ve gözdağına rağmen izini kaybettirdi. Levent, sıkı bir sorgudan sonra Mihrac Ural’a konulan siyaset yasağına kesinlikle uyulacağı sözünü vererek serbest kaldı. Mihrac Ural ise heryerde aranmaya başladı.
ZEKİ EL KASIM URAL SURİYE’DE
1930’lu yılların URUBA hareketi kadrosundan Zeki el Kasım Ural, oğlu Mihrac’ın arandığı haberini alır almaz Suriye’ye geldi. 1930’lu yıllardan beri tanıdığı URUBA kadrosundan arkadaşlarını ziyaret etti. Bu kişilerin daha önce fotoğraflarını yayınladık. Bunlar, eski sağlık bakanı Vehib el Gamin ve Mihrac Ural’ın “ feyz aldığım üstadım” diye söz ettiği Muhammed el Zarka’dır.
Zeki el Kasım Ural daha sonra yanına Levent’i de alarak Cemil Esad’ı “ziyaret” etti. Bu görüşme sırasında Baba Ural, Cemil Esad’a olu Mihrac Ural tarafından öldürtülen Zihni Alan (Yusuf)’un Türkiye’deki ailesine “Kan Parası” vermek suretiyle anlaştıklarını ve hiçbir sorun kalmadığını, bu bakımdan Mihrac Ural’ın bağışlanmasını istedi. Mihrac Ural’ın siyaset yapmayacağı ve sadece ticaretle uğraşacağı sözünü verdi. Cemil Esad “Mademki kan parası vererek anlaştınız, o halde benim için de bu mesele kapanmıştır. Suriye’de kalmaya devam edebilir!..” dedi.
Affedilmiş olmasına rağmen Cemil Esad’ın ölümüne kadar ortalıkta dolaşmadı. Mihrac Ural’ın bu tür ilişkileri örgütsel açısından utanç vesilesidir. Orta-Doğu’nun siyaset sahnesinde, yabancı servislerin ayakları altında, onların oyuncağı durumuna düşmüş ve üç beş dolar karşılığında onursuz bir yaşamı seçmiş olan Mihrac Ural ve iki kişilik çetesi, Acilciler adını kullanarak bu ismi kirletmeye devam ediyor.
Esrar eroin silah ticareti yapmalar, mütaahitlik gazinoculuk hayalleri kurmalar, yazlık kışlık ev villa köy satın almalar, pansiyonculuk ve hırsızlık yapmalar, say sayabildiğin kadar. Daha önemlisi, bütün bunları yaparken siyaset palavrası atmalar!..
Öyle değil mi?..
Siyaset soytarılığı yaparak bu pislikleri kapatabilir mi?..
Kapatabileceğini iddia eden ahmak var mı?..
Mehmetçik Mehmet Yavuz’u saymıyoruz. Onu çok iyi tanıyoruz. Mersin’den kamyoncu iş adamlarını Basid’e götürüp Mihrac Ural’ın masasında yemek yedirterek yaptığı yalakalıklarına o iş adamları da inanmıyorlar artık. Devrimci katili, örgüt hırsızı, eroin kaçakçısı, gizli servis elemanısahtekârın iğrenç ilişkilerini ortaya çıkarttık. Mihrac Ural’ı çırılçıplak sokağa saldık. Devam edeceğiz!..
MÜNTECEP KESİCİ (ŞIH) ÖNÜMDE ÖLDÜRÜLDÜ
“Mihrac Ural’ın Organize İşleri”ni konuşmaya devam ediyoruz:
Mihrac Ural, fitne eker, güvensizlik biçer. Dolaştığı cezaevlerine bakın, onun kaldığı yerlerdeki insanlara bakın. Bu adamın bulunduğu heryerde kimse kimseye güvenmez. Herkesi herkese karşı kışkırtır. Yalan söyler, arkadaşlar arasına güvensizlik eker. Mihrac için paradan başka hiçbir şeyin önemi yoktur. 1979’da Adana Cezaevi’nde beraberdik. Adana Sebze Hali’nden komüne gelen sebzelerin meyvelerin satılmasını ve parasının gönderilmesini istiyordu. Suriye’ye ayak basar basmaz derin bir “Ohhh!..” çekti. “Yırttık yırtık, bir daha beni ele geçiremezler!..” dedi. Eliyle ayıp işaretler yaptı. “İstirahat cephesi” dediği Suriye’de 30 senedir herkese yalan söyleyerek işlerini yürütüyor.
Kendi yakın akrabası olan ve Antakya’da herkes tarafından sevilen Müntecep Kesici (Şıh)’nin ölümüne “Kaza oldu!..” diye yalan söylüyor. Müntecep Kesici’nin örgüt içindeki varlığından en çok rahatsız olan Mihrac’ın kendisiydi. Müntecep, açık açık ve hiç çekinmeden, Ali Sönmez’i ve Mihrac’ı eleştiriyordu. “Biz buraya Arap milliyetçiliği yapmaya gelmedik!..” diyordu.
Müntecep’in öldürüldüğü gün Basit’teydim. Öldürülmesinden on dakika önce kendisiyle konuştum. Mihrac’ın adamları ile konuşmaya gidiyordu, gitmemesini söyledim. Beni dinlemedi ve gitti. Münakaşa ve kargaşa esnasında az ilerdeydim. Bir süre sonra döndü ve tam otobüse binmek üzere iki eliyle otobüsün kapısında tutunduğu esnada yanına sokulan bir kişi silahı böğrüne dayadı ve ateş etti. Müntecep olduğu yere yığıldı. Yanına uzun süre kimse yaklaşmadı. Göz göre göre orada öldü.
Mihrac Ural kaza kurşunu ile öldüğünü iddia ederek yalan söylüyor. Müntecep öldürüldükten sonra, Müntecep’e yardım ettiğinden şüphelendiği herkese saldırmaya ve tehditler yağdırmaya başladı.
Karataşlı Zihni Kangal ile Müntecep Kesici’nin arası iyiydi. Kaçakçılık yapan Karataşlı Zihni Kangal, Müntecep’i ara sıra evinde misafir ediyor ve ufak da olsa harçlık veriyordu. Müntecep’ten sonra, Zihni Kangal’ın elindeki tekneye el koydular. Zihni Kangal’ı Basit’ten alarak Cemil Esad’ların köyü Kırdaha’ya götürdüler. Orada feci şekilde dövdüler. “Bir daha Basit’e gelmeyeceksin!..” dediler.
Zihni Kangal’dan sonra sıra Sacit Kumlu’ya geldi. Mihrac Ural, Murat Sahillioğlu (Semir) vasıtasıyla Sacit Kumlu’ya bir mektup gönderdi. Mektupta, “Yoldaş, Zihni Kangal’ın teknesine el koyduk. Bu arada senin tekneyi de bir süre formalite icabı alacağız. Ama sakın aklına birşey gelmesin. Bu bir formalitedir. Bir süre sonra tekneyi iade edeceğiz!..” denilmesine rağmen, Sacit Kumlu’ya teknesini bir daha vermediler. Müntecep Kesici ile arası iyi olan herkesi korkutmaya yıldırmaya sindirmeye çalıştılar. Müntecep Kesici’yi öldürdükleri yetmiyormuş gibi, “Müntecep yoldaş!..” diye mezarı yapmaları ve ağıt yakmaları bile, yaptıkları ahlâksızlığı anlatmaya yetmez mi?
Mihrac Ural pislik yapmaya Suriye’de başlamadı. Türkiye’de iken pisliklerin içindeydi. 1978’de yakalandıktan sonra yaptığı ihanetlere devam etmesi için Suriye kapısı açıldı.
PKK İHBAR EDİLDİ
Mihrac Ural’ın sıkıştığı yerde “Kadim dostum Ali yoldaş, Apo!..” diye, yalakalık yaptığına bakmayınız. PKK’ye ve APO’ya düşmandır. Suriye’de umduğu yere gelememesi, PKK’nın büyürken Acilciler’in küçülmesi, Cemil Esad’ın karşısında boynu bükük kalmasına neden oldu.
Cemil Esad’a “APO benim kadim dostum, ne yapmak istiyorsa benim onayımı almadan yapmaz!..” diye kendini pazarladı. Apo’ya ve PKK’ye “Cemil Esad ve Muhabarat, ben olmasam size baskı yapar!..” diye yalan attı. Her zaman ikili oynadı.
1982’de Trablus’dan bir araba yükü silah Suriye’ye getirilmektedir. Lazkiye yakınlarında araba bozulur ve arabadaki PKK’lılar Mihrac Ural’a yardım isterler. Mihrac Ural bu kişilerin arabalarının tamiri için usta bulur ve yollar. Bir süre sonra, yollarına devam eden PKK’lıların önü Muhabarat tarafından çevrilir. PKK’liler tutuklanır. Arabadaki silahlara ve mühimmata el konulur. İhbarı yapan, Mihrac Ural’dır.
Mihrac Ural, kendi blogunda, Abdullah Öcalan’ın “25 yıllık mektuplar” edebiyatı yapsa da bilinç altında Apo’ya düşmanlık yatmaktadır.
Abdullah Öcalan, hiçbir zaman Mihrac Ural’a güvenmedi. Niçin güvenmediğini de hery erde dile getirdi. Haydar Yılmaz’a, Mihrac Ural için “Bunlar celepçidir!..” diyen Abdullah Öcalan’ın bizzat kendisidir. Mihrac Ural’ın, Apo’ya sığınmak için yalakalık yapması hiçbir işe yaramaz. Apo’nun ciddiyet alanının dışında kaldığını çok iyi biliyoruz.
Haydar Yılmaz “Apo ile en son ne zaman ve nerede görüştün?..” diye sordu. Mihrac Ural bu soruya cevap vermedi. Soruyu tekrar ediyoruz. Sakın ola ki, “esrar eroin ticareti yaptığımı kadim dostum Apo’ya söyledim!..” demeye kalkma. Gırtlağına kadar batmış olduğun pisliği başkalarına da bulaştırma. Senden her türlü pislik beklenir.
Bedri Yağan ile arası neden bozuldu?
Devrimci-Sol içinde yaşanan ayrılığın öncesinde Bedri Yağan Suriye’ye gelir. Acilciler’in yıllardan beri orada olduğunu ve Mihrac Ural’ın Muhabarat ile ilişkisini bildiği için, Orta-Doğu’da kendilerine yardımcı olacaklarını düşünmektedir. Zihni Alan (Yusuf) ve Mihrac Ural ile tanışır. Türkiye’ye dönmek için dönüş yolunu bilen bir “rehber kaçakçıya” ihtiyacı vardır. DS ile ilişki kurmak, Mihrac Ural için önemlidir. Her türlü yardıma hazır olduğunu bildirir. Bedri’yi kullanmayı ve dışlanmışlık çemberini kırmayı hesaplamaktadır.
Zihni Alan (Yusuf), Abu İsa adında 60 yaşlarında bir kaçakçının ile Bedri’nin Türkiye’ye dönüşünü organize eder. Daha önce yazıldığı gibi, Bedri Yağan’nın dolandırılması bu süreçte gerçekleşir. Ödünç silah verilir, iade edilmesine rağmen, “Silahı almadık!..” denilir ve Bedri’den 40.000.- Suriye lirası alınır.
Türkiye’de bir süre kaldıktan sonra tekrar Suriye’ye dönen Bedri Yağan, dolandırıldığını öğrenir ve Mihrac Ural ile tüm ilişkisini keser. Zihni Alan (Yusuf)’dan, “Mihrac’la ilgisi ilintisi olmayan sağlam bir ilişki” bulmasını ister. Yusuf, Sacit Kumlu’yu Bedri Yağan ile tanıştırır. Bundan böyle, Türkiye girişler çıkışlar Sacit Kumlu aracılığıyla yapılır. Zihni Alan ile sürekli temas halindedir.
Zihni Alan (Yusuf) öldürüldükten sonra, Suriye’de bulunan Türkiyeli devrimci örgüt temsilcileri Şam’da bir toplantı yapar. Toplantıya DS adına Bedri Yağan katılır. Mihrac Ural’a karşı en sert tavrı koyar. Bedri bu sırada DS’den yeni ayrılmış ya da ayrılık aşamasındaydı. Toplantıda “Siz burayı babanızın çiftliği mi zannediyorsunuz? Biz bu cinayetin hesabını soracağız!..” dedi. Bu tavır karşısından korkuya kapılan Mihrac Ural, Dursun Karataş’ı arıyor ve “İstediğiniz olanakları sunabiliriz!..” diyor. Bedri Yağan hakkında el altından yalan yanlış haberler pompalamaya başlıyor.
Bizler (Haydar Yılmaz ve İbrahim Yalçın) bu anlatımları dinledikten sonra, ismi sıkça geçen Sacit Kumlu ile ilişki kurmak ve olayın aslını kendisinden dinlemek istedik. Kendisi ile ilgili söylenen olayları sorduk. Söylenen herşeyin doğru olduğunu söylemesi ve kendi isminin yazılmasında da hiçbir sakınca olmadığını belirtmesi üzerine yazmaya karar verdik.
SACİT KUMLU, MİHRAC URAL’I ANLATIYOR.
Sacit Kumlu bugüne kadar duymadığımız birçok konuyu da gündeme getirerek açıkladı. Mihrac Ural’ın hapisten kaçtıktan üç gün sonra Karataş’a geldiğini söyledi. Karataş’tan Suriye’ye kendi balıkçı teknesiyle Basit kasabasına kadar götürdüğünü anlattı. Sadece Mihrac’ı değil, 1981’de Mihrac Ural’ın babası Zeki el Kasım Ural’ı da oğlunu görmesi için Suriye’ye götürenin kendisi olduğunu açıkladı. Mihrac Ural’ın Suriye’ye ayak basar basmaz, ellerini havaya kaldırarak “Kurtuldum, kurtuldum!..” diye çığlık attığını da bu konuşmadan öğrenmiş olduk.
“Dağlarda ot yiyerek, aç susuz dolaştım!..” sözlerinin palavra olduğunu, Suriye’de hiçbir zorlukla karşılaşmadığını, gelişinden sekiz gün sonra Lübnan’a bizzat kendisinin gönderdiğini anlattı. Lübnan’a gidiş nedeninin ise, Sağmalcılar’dan firar eden Filistinlileri görmek ve “sizleri bizim örgüt kaçırdı” diye onlardan faydalanmak amacında olduğunu özellikle belirtti.
“Aç susuz kalmak şöyle dursun, her sabah soframızda yeşil zeytin, bal, yumurta ve peynir eksik olmadı” diyen Sacit Kumlu, Mihrac Ural’ın tam bir “bukalemun” olduğunu, yazdığı yazıları okudukça onu daha iyi tanıdığını, yazdığı herşeyin yalan olduğunu söyledi.
Sacit Kumlu eski bir Acil taraftarıdır. 1978’de Adana Karataş’ta dönemin Adalet Bakanı Mehmet Can’ın Karataş’a gelişi sırasında yolunun kesilerek protesto edilip taşlanması olayından Yusuf Ünver’le birlikte toplam 11 kişi 3’er ay hapis yatmışlar. Ömer Ödemişi o dönemden tanıyor. Ömer Ödemiş’in babasının Karataş’ta öğretmenlik yaptığını, kendisinin Acilciler arasına girmek istediğini, fakat “polis” olabileceği şüphesiyle 30-40 kişilik toplantıların dışında yanlarına yaklaştırılmadığını anlattı.
Sacit Kumlu, Nebil Rahuma yoldaşı da tanıyor. Nebil Rahuma 1980 başlarında Karataş’a geliyor ve Adana-Karataş yolu üzerinde bulunan Amerikan radarlarının izlenmesi talimatını veriyor. Sacit ve orada bulunan arkadaşlar günlerce buğday tarlalarının içine gizlenerek bu tesislere girenleri çıkanları gözlüyorlar. Radar ve çevresinin krokilerini çizerek Nabil Rahuma’ya veriyorlar.
Sacit Kumlu’ya göre, Mihrac Ural bukalemun gibidir. Her kılığa girer. Her sahnede göbek atar. Hırsızlık dahil herşeyi yapar. Sadece devrimcilerin katilidir. Kaçakçıları kullanır ama hiçbir kaçakçıyı öldüremez. Devrimciler kan davası gütmez. Kendini devrimcilerden küçük bir kıvırtmayla kurtarır ama bu kaçakçılar için sözkonusu bile olmaz. Kaçakçılar kan davası güder. Mihrac intikamdan korkar.
Mihrac Ural, örgütü bitirmek için elinden gelen herşeyi yaptı. Bedri Yağan örgütünü diriltmeye çalışırken, Mihrac öldürmek için uğraşıyordu.
Sacit Kumlu’ya Mihrac Ural’ın Cemil Esad’la nasıl tanıştışını sorduk.
Verdiği cevap aynen şöyle: “Mihrac Ural’ın Suriye’ye geldiği günlerde Müslüman Kardeşler örgütü Suriye’de bombalama eylemleri yapıyordu. Bu eylemler sırasında millet sağa sola kaçışıyor ve muthiş bir panik oluyordu. Mihrac Ural da bu panik ortamında Cemil Esad’ın zibidi adamları ile Alevi kızlarının can kurtarıcılığını yapıyordu. Bombalama eylemleri olmasa bile Cemil Esad’ın adamları ile geceleri Alevi köylerine kurşun yağdırıyorlar ve arkasından kurtarıcı olarak köye giriyorlardı. Amaçları, halkı savunuyor gözükerek Cemil Esad’a sempati toplamak ve alevi kızlarına kur yapmaktı!..” diyor. Suriye’ye gelişinden kısa süre sonra bu kişilerle nasıl tanıştığını bilmiyor.
MİHRAC URAL’I PARİS’DE KİM İHBAR ETTTİ?
1988’de Fransa’da İbrahim Yalçın’la birlikte elli kişilik grubun örgütten ayrılması üzerine Mihrac Ural yedi veya sekiz kişilik bir ekiple Suriye’den Paris’e geliyor. Hem bu ayrılığı bölmek, hem de daha önce örgütten ayrılan insanlara gözdağı vermek amacındadır. Gelmeden önce, örgütten ayrılarak ticaretle uğraşan ve çok para kazandığını sandığı kişilere haber göndererek tehdit ediyor. “Bizim sayemizde zengin oldunuz, bize para vereceksiniz!..” diyor. Tehdit edilen kişiler arasında, Murat Sahillioğlu (Semir, Ertan) ve Tayfur Sahillioğlu (Diyalektik Memet) de vardır. Bu kişiler paniğe kapılıyorlar. İbrahim Yalçın ve Ali Sönmez’le birlikte hareket ediyormuş gibi gözükmeye çalışıyorlar. Bekledikleri yakın ilgiyi göremedikleri için tek başına kalıyorlar. Mihrac Ural’dan kurtulmanın çaresini arıyorlar. Buldukları yöntem, ihbarcılıktır. Fransız istihbarat teşkilatına bir ihbar mektubu yazıyorlar. İbrahim Yalçın’ın evinin yakınlarında bulunan bir postahaneden bu mektubu yolluyorlar. Fransız polisi operasyon başlatıyor ve İbrahim Yalçın da dahil olmak üzere Mihrac Ural ve adamları evleri basılarak göz altına alınıyor. Mihrac ihbar mektubunu kimin yazdığını bilmesine rağmen “Onları kim ne yapsın, ben bunu İbrahim Yalçın yaptı derim!..” diyor ve öyle de yapıyor. Yıllar sonra Paris’e gelen Sacit Kumlu, Tayfur Sahillioğlu (Diyalektik Memet) ile sohbet ederken, Tayfur’dan “Mihrac Ural’ı kendilerinin ihbar ettiğini” öğreniyor. Tayfur’un, “Biz adamı böyle yaparız!..” dediğini bize anlatıyor.
Gerçekler ortaya çıkıyor ve sahtekârların suratında tokat gibi patlıyor.
Mihrac Ural’ın pis ilişkileri bitmek bilmiyor. Devrimcileri katletmeden ihbarcılığa, gazino patronluğu hayallerinden turizmcilik ve ithalat ihracat işlerine, hırsızlık olaylarından esrar eroin ticaretine kadar her türlü pisliğin içinde gırtlağına kadar batmış bir sefille uğraşıyoruz.
Utanç verici, yüz kızartıcı ne varsa orada adı geçiyor. Biz söylemiyoruz, birçoğunu kendisinden öğrendik. Elimizde yüzlerce sayfalık çetleşme duruyor. Çoğunu oradan öğrendik. Bunları yazdıkça, insanlar bize ulaşıyor ve bilmediğimiz kirli ilişkileri anlatıyor. Bire bir yaşadıklarını ve tanığı oldukları olayları anlatıyorlar. Söylediklerimizin belgesi bilgisi tanık anlatımları vardır. Kimlerle hangi tür pis işlerin içinde olduğunu yer zaman ve isim vererek yayınlıyoruz.
Amacımız, halâ devrimci olduğunu iddia etme cüretini gösteren bu ahlâksız adamın devrimcilere anlatmak ve bu tiplerin devrimci değerleri kirleten sahtekârlar olduğunu açığa çıkarmaktır.
Biz kendi içimizdeki haini geç de olsa yakaladık. Bu hain Mihrac Ural’dır. Yakalandığı an polisle anlaştı. Acilciler’i tasfiye etmek (kendisi “ehlileştirmek” diyor) için söz verdi. Düzmece bir ifade ile “tutuklandı”. Bunları ispat ettik. Yıllarca ihanetini gizledi. Bugün bile nerede nasıl ve ne zaman yakalandığı tam olarak belli değil. Kendisine sorarsanız, “10 Mart 1978 Ankara!..” diyor. Gazeteler çok farklı şeyler yazıyor. Kimi gazeteler Bursa’da yakalandığını, kimileri de Samsun’da yakalandıgını yazıyor. Bunların hangisi doğru? Halâ bilinmiyor.
MİHRAC URAL NEREDE YAKALANDI?
14 Mart 1978 tarihli Milliyet gazetesinin sekizinci sayfasında, aynen şunlar yazılı. “İstanbul, Bursa ve Samsun’da yapılan operasyonlarda yakalanan THKP-C Acilciler grubuna bağlı dokuz kişinin, banka soydukları, çeşitli patlama olaylarına karıştıkları ileri sürülmüştür. Bursa’da ..... tutuklanmıştır. THKP-C grubundan İbrahim Evren ve Mihrac Ural Samsun’da yakalanmıştır!..” diyor. Doğru mu peki? Yalan söyleyen kim? Mihrac Ural, Samsun’da yakalandı da, orada mı polisle anlaştı? Bursa’da yakalandı da orada mı anlaştı? Yoksa, Ankara polisi ile mi anlaştı?
Aradan otuz seneden fazla zaman geçti, ortada polis ifadesi yok. Otuz sene önce gösterdiği polis ifadesi de kaybolmuş. Ne tesadüf. Av.Nizar Özkaya kendisiyle birlikte hepimizin avukatıydı. Bizim ifadeleri kaybetmemiş, sadece Mihrac’ın polis ifadesi kaybolmuş. “Yarım sayfa da olsa çıkart, biz de görelim!..” diyoruz, çıkartmıyor. Çetleşirken “Ne söylenirse söylensin, inkâr edeceksin!..” diyor.
MİHRAC URAL İHBARCIDIR
Büyük Balık Operasyonu adı altında, 1.Kongre’den hemen sonra, MK’nin bilgisi dışında, Suriye Muhabarat’ının talimatı doğrultusunda, ANAP binaları bombalandı. Mihrac Ural bu olayla bir taşla üç kuşu vurmuştur diye yazdık. Polisle işbirliği yaptığını daha önce itiraf eden Ali Hamam’ın bu operasyonda örgüt militanları arasında kurye olarak kullanıldığını söylemiştik. İnkâr etmişti. Ali Hamam’ın götürdüğü getirdiği insanların yüzlerini dahi görmediğini, militanları bir noktadan aldığını başka başka bir noktaya bıraktığını söylemişti. Yalan söylediğini biliyorduk. Yalan söylediğini, yakalanan doksan kişinin hepsi de biliyordu. Alın okuyun. Milliyet gazetesinde Hilmi Diken’in 25 Aralık 1987 tarihinde çıkan fotoğraflı haberi olduğu gibi aşağıya aktarıyoruz.
“İlaç Kutusuyla Haberleşme” başlığı altında verilen haberin devamı şöyle: “Yaşlı bir kaçakçının cebindeki ilaç kapsüllerinin içinde ele geçirilen küçük pusula THKP-C örgütünün gizli haberleşme sistemini ortaya çıkarttı. Hatay polisine ifade veren Ali Bozca (Hamam) adlı kaçakçı, örgütte kurye olarak çalıştığını ve emirleri militanlara ilaç kutuları içinde ulaştırdığını itiraf etti.”!..
Kim yalan söylüyormuş?
Polisle çalıştığını açıkça itiraf eden bir kişiyi (Ali Hamam’ı) böyle bir operasyonda kullanmanın anlamı açık değil mi? Bunun anlamı, çetleşirken “ehlileştirdim” dediği Acilciler’in “kapsama alanı dışında kalan” son unsurlarını temizlemektir!..
Bir an için, Mihrac Ural’ın doğru söylediğini ve İbrahim Yalçın’ın yalan söylediğini varsayalım.
İbrahim Yalçın’ın iddia ettiği gibi, Ali Hamam’ın “Götürdüğüm getirdiğim militanları polise rapor ettim!..” diye itiraf yapmadığını düşünelim. Buna rağmen, Mihrac Ural’ın yazdığı İbrahim Yalçın’ın raporunda “Ali Hamam polisle çalışıyor” diye yazdığı sözler, nasıl oluyor da dikkate alınmıyor? Samimi bir örgüt, MK üyesinin iddia ettiği böyle bir olayı ciddiye almaz ve en azından bu kişiyi devre dışı bırakmaz mıydı? Hayır, bu yapılmadığı gibi, aynı kişi (Eli Hamam) yoldaşlar arasında kurye olarak kullanılmaya devam ediyor. Böyle “hata” olur mu? Bunun adı, bilinçli ihanet değilse, nedir? Büyük Balık Operasyonu, Acilciler örgütünü bitirmek için atılan son adımdır. Bu operasyon sonunda doksan kişi yakalanmış. Muhaberat ve Mihrac Ural tarafından Acilciler ortadan kaldırılmıştır. Acilciler adı, Mihrac Ural’ın kanlı kirli ilişkilerinin örtüsü yapılmıştır. Büyük Balık Operasyonu, Mihrac Ural’ın Muhabarat karşısında kaybettiği prestijini onarmak için de kullanmıştır.
Bu eylemlerden sonra gazetelerde çıkan Mihrac Ural kaynaklı haberler çok anlamlıdır. Milliyet gazetesinin 10 Ocak1988 tarihli haberi bu bakımdan önemlidir.
“... PKK – Acilciler İşbirliği” başlığıyla verilen haberin devamı aynen şöyledir: “Örgüt genel sekreterliğini Ali Hoca kod adlı Mihrac Ural’ın yaptığı MK üyeleri Suriye, Fransa ve Libya’da üstlenmiş. Suriye’de Yayladağ ile Lazkiye arasında denize 200 metre mesafede kampları bulunan THKP-C’nin genel sekreteri ile birlikte MK üyeleri Levent Güregen, Şerif kod adlı Nasır Yılmaz, Yusuf kod adlı Ali Esad ve Haydar Temizalp bulunuyor. Fransa’da daha çok örgütün ekonomik işlerini yürüten MK üyeleri Salih Hoca, Zafer Gündoğdu, Mehmet Ali kod adlı Ali Sönmez ve Cemal kod adlı İbrahim Yalçın olarak belirlendi. Örgütün Libya’da Sami ve Doğan adlı iki elemanı bulunuyor.”
Evet, bu haber anlamlıdır ve Mihrac Ural tarafından sızdırılmıştır. Haberde, Suriye’deki MK üyeleri diye geçen isimler Acilciler MK üyesi değil, “Hatay Kurtuluş Örgütü”nün MK üyeleridir. Fransa’da örgütün ekonomik işlerini yürüten MK üyeleri olarak isimleri geçen kişilerle ilgili bölüm daha da anlamlıdır. Salih ve Zafer isimleri verilmiş ama, gerçek isimleri verilmemiş. İbrahim Yalçın ve Ali Sönmez isimleri kod adlarıyla birlikte verilmiştir. Sözkonusu tarihte İbrahim Yalçın’ın ve Ali Sönmez’in Mihrac Ural’a muhalefet ettikleri göz önüne alınırsa, bu kişilerin doğrudan hedef olarak gösterildigi çok açıktır. Mihrac Ural, başkalarını “ihbarcı” olmakla suçlarken bu işi bizzat kendisi sinsice yapmaktadır.
Bitmedi, devam ediyoruz. Mihrac Ural’ın ve Muhaberat’ın organize ettiği Büyük Balık Operasyonu ile kamuoyuna, geniş bir ilişki ağı olduğu imajı vermek için basına uyduruk bilgi sızdırmaya devam etmiştir.
22 Aralık 1987 tarihli Milliyet gazetesinin sayfa 15’de “13 Militan Yakalandı” başlığı altında geçtiği haber aynen şöyledir: “Suriye’nin Lazkiye kentinde Basit’te PKK genel sekreteri Abdullah Öcalan, Suriye adına Cemil Esad, FKÖ adına üç kişi. THKP-C Acilciler adına, Mihrac Ural, Ali Sönmez, İbrahim Yalçın, Kemal Bayram ve Zafer hoca, Libya’dan Sami Kutlu, Türkiye’den Ferhat, Halil, Kâmil, Almanya’dan bazı örgüt mensuplarının katılımıyla oluşturulan MK toplantısında bombalama kararlarının alındığı ortaya çıktı.”
Bu haber tamamen yalandır ve Mihrac Ural’ın senaryosudur. Örgüt MK’sinin aldığı kararlar bundan çok farklıdır. MK üyelerinin böyle bir karardan haberi yoktur. Abdullah Öcalan’ın da haberi yoktur. Bu kararı, Suriye’nin Muhaberat teşkilatı almıştır.
Mihrac Ural, Büyük Balık Operasyonu ile bilgi sızdırmaya devam ediyor ve Türk polisiyle girdiği ilişkilerini gizlemeye çalışıyor. Abdullah Öcalan ismini olur olmaz her yerde kullanarak hem ihanetlerini gizlemek istiyor, hem de Kürtlere olan sempatinin gölgesine sığınmaya çabalıyor.
Abdullah Öcalan’ın, hiçbir zaman Mihrac Ural’ı ciddiye almadığını defalarca yazdık. Haydar Yılmaz, Suriye’de Abdullah Öcalan’la görüşmeleri sırasında birkaç kere Lazkiye’ye gitmek istediğini dile getirdigi zaman, Abdullah Öcalan’ın Haydar Yılmaz’a “Yoldaş, bunlar celepçidir. Ama illa da gitmek istiyorsan, yanına birkaç yoldaş verelim, beraber gidin. Ama değmez!..” demiştir.
Abdullah Öcalan, Mihrac Ural’ı Muhaberat olarak bilir ve ona göre tavır alır. Bunu bilmeyen mi var? Mihrac Ural bunu herkesten çok daha iyi bilir.
İbrahim Yalçın
Konuya girmeden önce Mihrac Ural’ın 17 Ağustos tarihli yazısını okumadıysanız okumanızı tavsiye ederim. “Anında baskı” yapmış. Önce çömezi Öner (Ömer) adıyla yazdı, hızını alamadı ve aynı yazıyı (bazı eklemeler yaparak) kendi adıyla bir kez daha yazdı. Ölüleri çok sevdiği için Günay Karaca’yı da ne kadar çok sevdiğini anlattı.
“1979 Aralık Operasyonu’nu İbrahim Yalçın yaptırdı” diyor. Beylerderesi katliamını da Engin Erkiner yaptırmış. Bunlar “yeni” bilgiler. Yeni ama birazcık yanlışı var, düzeltiyorum ve ben de bir "itiraf" yapıyorum. Beylerderesi katliamını Engin yaptırmadı, ben yaptırdım. Engin, Beylerderesi’ni değil, Kızıldere katliamını yaptırmıştı. Mihrac’ın yazdıklarını okuyun ve tarihimiz hakkında “doğru bilgiler” edinin. Mihrac’ın yüzüne tükürmek için acele etmeyin. Zamanı var, biraz bekleyin.
Mihrac Ural bu yazısında önemli bir belirleme yapmış. Günay Karaca’nın iki gün, Haydar Yılmaz’ın beş gün gözaltında tutulmasına karşın, İdris Köylü’nün 30 gün gözaltında tutulduğunu ve bunun çok garip olduğunu belirtiyor. “O dönem gözaltı süresi bir hafta, bilemedin on gün” diyor. 30 gün gözaltında kalan adamın itirafçı olduğu mesajını veriyor.
"Mihrac Ural yazdıkça kendisini ele veriyor!.." derken boşuna konuşmuyorduk. 1979 Aralık ayında 30 gün gözaltında kalmanın itirafçılık olduğunu ima eden bu adam, 1978 Mart’ında 21 gün Ankara – İstanbul arasında dolaştırıldığını yazdı. O dönemde gözaltı süresinin “bir hafta, bilemediniz on gün” olduğunu söyleyen adam nasıl oluyor da 21 gün dolaştırılıyor?
Ben, Aralık 1979 Operasyonu’nun nasıl başladığını ve geliştiğini yazmayacağım. Bu operasyonda yakalanan yoldaşlar kendileri yazmalılar ve Mihrac adlı soytarının kurgularına onlar cevap vermelidir.
Ben sorumu sordum ve yazmak istediğim konuya geçiyorum. Bir kez daha yazıyorum. Güzel bir iş yapıyoruz. Tarihimizi aydınlatıyoruz. Bu tarihin aydınlanması ihtiyacı diye bir sorunumuz var. Karanlıkta kalan ve bugüne kadar soru işaretleriyle dolu pek çok konunun netleşmesi gerekiyor. İlgi duyan arkadaşlar yoldaşlar yardımcı olmaya çalışıyorlar.
Ülkemiz sosyalist hareketi ciddi bir sınavla karşılaştı, 12 Eylül sınavı birçok konuyu gündemden kaldırdığı gibi birçok alanda yeni kanalları da açtı. Yarattığı tahribatları saymaya gerek yok. Biliniyor. “Bir müsibet bin nasihattan iyidir” derler ya, tam da öyle oldu. 12 Eylül müsibeti kimi konularda bir çoğumuzu uyardı, daha sağlıklı gözlemler yapmamıza vesile oldu. Yaptığımız budur. Tarihimizi yeniden gözden geçirirken daha titiz ve daha dikkatli olmak gerektiğini öğrendik. Geçmiş dönemde üzerinde durma gereği durmadığımız bazı konuların son derece önemli olduklarını gördük.
İkibuçuk senedir bunları yazıyoruz. Yalanlar ve ihanetler üzerine kurulmuş tarihimizin bilinmeyenleri arasında gezinirken, kendisini saklamış ve görevlendirilmiş olan sahtekârları yakaladık. Rahatsız oldular. Ödleri koptu. Kalp krizi geçiriyorlar. Sağa sola telefon ederek kuru gürültü yapıyorlar, tehdit savuruyorlar. Bu sitede yazı yazmaya başlayan ve sürece katkı sağlamak isteyen yoldaşlara haberler gönderiyorlar. “Orada yazmasın da. isterse bize küfretsin!..” diyorlar.
Bilinen şeylerin yazılmasını istemiyorlar. Yazılacak her şeyin kendileri için iyi olmayacağını biliyorlar. Korkunun nedenlerini biliyoruz. Yalanlar üzerine kurulu bir tarihin sayfaları arasında kahramanlık edebiyatı yaparak gezinirlerken kulaklarından tutulduğunun farkındalar. Kızgınlıkları, kırgınlıkları bundandır.
THKP-C/Acilciler başta olmak üzere, Türkiye’nin samimi devrimcileri bunları bilmek zorundadır. Bizim tarihimiz sadece bizimle sınırlı değil elbette. Bu tarih, Türkiye solunun ortak tarihidir ve sorumluluğu da tüm sol hareketindir.
Komisyon kurulmalıdır. THKP-C/Acilciler tarihindeki ihanetin adresi tespit edilerek gereği yapılmalıdır. Bazı arkadaşlarımız, sorunun özünü ve önemini halâ anlamadılar. Bu yazıları, karşılıklı öç alma gibi görüyorlar. Yanlış düşündükleri kesin. Bu kavrayışın doğru olmadığını bilmeleri gerekiyor.
Kendi açımdan ve bütün samimiyetimle bir kez daha söylüyorum. Kimseye bir kırgınlığım ve öç alma gibi bir saplantım bugüne kadar olmadı. İsteyen inanır, isteyen inanmaz, umurumda bile değil. Bugün inanayım ki, Mihrac Ural ihaneti bıraktı ve samimiyetle doğru olanı yapmaya başladı, onun en büyük destekleyeni yine ben olurum. Benim bütün sorunum, uğruna her şeyimi verdiğim örgütümün bir avuç serserinin elinde kullanılmış olmasıdır. İşte ben buna tahammül edemiyorum.
Bir kez daha yazıyorum. THKP-C/Acilciler örgütü Mihrac Ural adlı bir Suriye ajanı ve MİT işbirlikçisi eliyle bu hareket tasfiye edildi. Acilciler’in tüm değerlerine el konuldu. Bu değerlerin, değerlerimizin bugün hangi amaçlar adına kullanıldığını, bu soysuzun çetleşmelerinden öğreniyoruz.
Turizm tesisleri kuruyormuş, zeytinlikler arasında taştan bir villa yaptırıyormuş, 3-5 milyon dolar mesele değilmiş, sosyalist bir ülkeden silah ihracatı için teklif almış(mış), Parti okulu diye militanlarımızın emekleriyle kurulan bina üç katlı otel olmuş, deniz kenarında bir köy varmış ve burayı almak için zamanı kolluyormuş, maksat ucuza kapatmakmış. İşte bu soysuz adam, marksist-leninist olduğu zaman bile oruç tutar namaz kılarmış. Acilciler örgütünü ehlileştirmiş (“İnsan kıyımına son, halka zarar yok!..” demiş).
Herşey öyle açık ve net ki. Görmeyen gözler kör, bunları duymayan kulaklar sağır değil mi? Bunu anlatmaya çalışıyoruz. Yaptığımız budur ve bunun öç almak gibi feodal bir kültürle ne ilgisi olabilir?
Biz bunları yapmaya çalışmakla, tarihimizi mi kirletiyormuşuz. Öyle olduğunu söyleyenler var. Ali Fuat Çiler, bunlardan birisi. Son günlerde dellendigi anlaşılıyor. Bu tarihin tacizcisi olduğunu yazdık.
Öyle olmadığını yazsın. “Siz yalan yazıyorsunuz, ben tacizci değilim, devrimciyim!..” desin. Tacizci değilim diyemiyor. Yazamaz, yazarsa başına gelecekleri çok iyi biliyor. Buna karşın, Ali Fuat Çiler’e bir çift sözüm daha var. Ben tacizci değilim diyemiyor ama “Ben Acilciyim!..” diye yazabiliyor. Sağa sola telefon ediyor ve mahkemeye gideceğim, tazminat davası açacağım diyebiliyor. Hep yalan söylüyor. Hiç doğru söylemiyor. “1976’da yakalandım ve 6 sene hapis yattım” diyor. Tekrar telefon ediyor ve sözümona yanlışını düzeltiyor. “1978’den itibaren10 sene hapis yattığını” söylüyor. Her ikisi de yalan.
Daha önce tacizci olduğunu yazarken fotoğrafını da yayınladım. 1978 Şubat ayında İstanbul’da yakalanıyor. “Ser verdim, sır vermedim!..” dediğine bakmayın. İrfan Dayıoğlu’nun evine polisleri getiren adam Ali Fuat Çiler’dir. İrfan Dayıoğlu evde olmadığı için yakalanamıyor ama hanımı yakalanıyor ve polis arabasının içinde Ali Fuat Çiler’i görüyor. Ali Fuat bunu bile yalanlıyor. Polisler beni oraya, çatışma çıkarsa, “İrfan Dayıoğlu’na öldürtmek için getirdiler” diyor.
Önemli olan bu değil. Önemli olduğuna inandığım bir yalan daha söylüyor. “1978 Şubat’ından itibaren 10 sene hapis yattım” diyor. Olacak şey değil. Ben mi yanılıyorum diye çok düşündüm. Ama hayır, yanılmıyorum. 1978’in Eylül veya Ekim ayında Isparta cezaevinden Amasya cezaevine sürgün edildim. Ali Fuat Çiler, Amasya cezaevinde benim ziyaretime geldi.
Peki bu nasıl oluyor?
Mehmet Avan’a göre Ali Fuat Çiler yakalandıktan sonra, Mihrac Ural, Mehmet Avan’ı Ali Fuat Çiler’in evine gönderiyor ve evde bulunan paraları silahları aldırıyor. Mehmet Avan birkaç gün sonra yakalandıgı zaman polis, Mehmet Avan’ın Ali Fuat Çiler’in evine gittiğini ve evden para ve silah aldığını (silahın markasını da söyleyerek) ayrıntısına kadar biliyor. Nasıl biliyor peki?
Düşündürücü değil mi? Burada mide bulandırıcı bir şey yok mu? Burada yalan yok mu? Bu tarih bu yalanlardan ve bu gibi bilinemezliklerden arındırılmasın mı? Bunları kapatalım ve Mihrac Ural ihanetlerini yok sayalım, öyle mi?
Ali Fuat Çiler doğru konuşmalıdır. Ali Fuat Çiler’le hiçbir sorunum yok. Tacizci olduğunu yazdım. Kolayı var. “Evet doğrudur!..” der kurtulur. “Gençtim, çocuktum ve bir gençlik hatasıydı” der kurtulur. İhanet ettiğini söylemedim. Ali Fuat ihanet etmedi, ihanet edeni bildiği halde saklamaya çalışıyor, ihanet edene yardım ediyor. Ali Fuat ihanet etmedi. Poliste çözüldüğü halde bunu saklıyor, “Ser verdim, sır vermedim” diyor. Tıpkı ağababası Mihrac Ural gibi palavra atıyor. Bundan vazgeçmelidir. Adam gibi dosdoğru konuşmalıdır. “Ben acilciyim!..” diyor. Yalan söylüyor. Doğrusu, “Ben Acilciydim!..” olacak.
Bitmedi. Ali Fuat Çiler yalan söylememelidir. “Nebil Rahuma benim elimde büyüdü!..” derse doğruyu söylememiş olur. Doğruyu söylemelidir. “Adana’da ABD Konsolosluğu’nun bombalanması eylemini yaparken Nebil Rahuma’yı tek başına bıraktık, Mihrac Ural ile birlikte kaçtık, bu bir hataydı!..” diye açıklama yaparsa, doğru konuştuğuna inanacağız. Böyle konuşmadığı sürece bu tarihin kirletilmesine bilinçli olarak katkı yapan Ali Fuat Çiler, hep tacizci, hep yalancı ve hep bir saray soytarısı sahtekârın kuklası olarak anılacaktır. Tercih kendisine aittir. Haberi olsun.
Biz Mihrac Ural ihanetlerini sorguluyoruz. Ali Fuat Çiler bizim önümüze atılıyor. Tıpkı, Ömer Ödemiş ve Zeki Bayterin gibi. Ali Fuat için gerçekten üzülüyorum. Ödemiş seviyesine düştü, değer miydi?
Bu site ( http://enginerkiner.org ), Ali Fuat Çiler’e de açıktır. Yeter ki, doğru dürüst ve samimi olsun. Yanlış yazabilir, hatırlamayabilir, önemli değil, önemli olan samimiyettir.
Çok basit bir örnek veriyorum. Ali Fuat Çiler, kardeşinin kim olduğunu bilmez mi? Elbette bilir. Kardeşi’nin Suriye’de Mihrac Ural’ın emriyle Hanna Maptunoğlu’nu tutuklayıp hapsettiğini bilmiyor mu? Bilmez olur mu? Bunları bildiği halde, bizim bunları yazmamız üzerine, ‘MİT ajanı, özel harp dairesi elemanları, tarihimizi karalıyorlar, alçak herifler!..” diye feryat etmesi ve Hanna’nın arkasında timsah gözyaşları dökmesi ne demek oluyor? Bunları geçiyorum. Sorun Ali Fuat değil. Ali Fuat, bu tarih içersinde bir virgül bile olamaz, olmadı da.
Yeniden başa dönüyorum. Mihrac Ural’ın, bugüne kadar hep atladığı ve cevap veremediği sorulara dönüyorum.
Suriye istihbarat örgütü Muhaberat elemanı SIRTLAN kod adlı bu adamın benim için hiçbir önemi kalmamıştır. Mihrac Ural ismi sadece bir “simge”dir. Türkiye devrimci hareketi içindeki ihanetin simgesidir.
Biz kendi “Sırtlan”ımızı yakaladık. Gönül ister ki, dışımızdaki solun tamamı da bizim yaptığımızı yapsın ve kendi içindeki sırtlanları yakalasın. Verdiğimiz mücadele buna yöneliktir.
İçimizdeki ihanetin üzerine örtülmüş şalı kaldırdık, sırtlan çıktı.
Doğru dürüst adam olmadığını bir kez daha ve tüm çıplaklığıyla yakından gördük. Biz dedesinin MİT ajanı olduğunu yazıyoruz. “Hayır, MİT ajanı değildi!..” demiyor. Dedesinin ölüm tarihini yazıyor, şanlı şerefli geçmişini anlatıyor.
Kendi geçmişi karanlık olmasaydı, “Evet, dedem bir MİT ajanıydı. Bana ne bundan?..” diye yazardı. Hiç kimseyi dedesinden dolayı sorgulayacak yargılayacak değiliz. Buna rağmen, buradaki durum çok farklıdır. Dedenin torun Sırtlan üzerindeki hamilik görevi ve yönlendirme trafiği açığa çıktığı için dedesini gizlemek istiyor. Sıkıntı buradadır.
Tıpkı, kadim yoldaşı Şerif Yılmaz (Beşir Kanmaz) gibi yapıyor. Düşünsenize, Şerif Yılmaz’ın, daha doğrusu kandırılarak ucuza kapatılmış Beşir Kanmaz’ın, babası da subaydı. Olabilir, önemli değildir. “Namuslu” bir Şerif için elbette önemli değildir. Öyle olmadı, Şerif namuslu değil ki, polisler evine geldiler ve bu namussuzu aradıklarını söyleyip gittiler. Yoldaşları durumu kendisine bildirdiler, “Aranıyorsun, kaybol!..” dediler. Şerif kaybolmadı. Örgütün motosikletine binerek aile meclisinin kararıyla teslim olmaya gitti. Sadece teslim olmakla kalmadı, örgütün motosikletini de teslim etti. İşte bu utanmaz adam, kısa süre hapis yattı ve çıkar çıkmaz Suriye’ye geçti. Suriye’de Mihrac Ural’ın sağ kolu ve kadim yoldaşı olarak “ser verdim, sır vermedim” oyunu oynamaya başladı. Öyle olmadığını yazdım. Bu küçük pisliğin yüzündeki maskeyi kaldırıp attım. Şimdi çırpınıyormuş. “İbrahim bunları bilmez, kim verdi bu bilgileri?..” diye yorum yapıyormuş. Bilgiyi kim verdiyse verdi, ne önemi var? Bilgi doğru mu, yanlış mı? Ona bakacaksın. Yanlış diyebiliyor musun?
“Babam subay değil!.. Teslim olmadım!.. Örgütün motosikletini polise teslim etmedim!..” diyemiyorsun. Öyle ise niçin, “İbrahim’e bu bilgiyi hangi Antakyalı vermiş olabilir?..” diye araştırma yapıyorsun?..
Kolay gelsin!..
Acilciler’e soruyorum. Kendi isteği ile gidip teslim olan bir soysuzun “ser verdim, sır vermedim” demeye hakkı var mı? Bunu diyen adamın doğruluğundan dürüstlüğünden namusundan şerefinden ahlâğından veya ahlaksızlığından söz etmeye gerek var mı? Böyle bir adamın samimiyeti olur mu? Kime hizmet ettiğine bakılmaz mı?..
Komisyon kurulsun diyoruz, ödleri kopuyor.
Sırtlan dedesinden korkuyor. Beşir Kanmaz babasından korkuyor.
Biz bunları yazarken onlar ne yapıyor?
En iyi savunmanın saldırı olduğunu sanıyorlar ve saldırıyorlar. Daha doğrusu, saldırdıklarını sanıyorlar. Saldırı silahlarını ellerinden aldık. Çırılçıplak ortaya çıkardık. Anadan üryan sokağa saldık. Solda sıfır oldular. Kuduz köpek gibi sağa sola saldırıyorlar.
Şimdi de “Günay Karaca’yı kim yakalattı, belli değil!..” diyorlar.
Günay Karaca’nın nasıl yakalandığını ben söyleyeyim de öğrensinler bari. Kayseri bölgesinden Erol’u ve Fikri Yalçın’ı tanır mısınız? Tanırsınız değil mi? Öyle ise, bu kişilerin Niğde Cezaevi’ne sürekli geldiklerini gittiklerini de biliyor olmalısınız. Bu kişilerin ve diğer ziyaretçilerin takip edilmesi şaşırtıcı değildir. Dikkat edilsin, Niğde Cezevi’nde Mihrac Ural takiplerin başlangıç ucu oluyor. Mihrac’ın sıkıntısı budur. Kendini gizlemek için 1979 Operasyonu’nu karartmaya çalışıyor.
Günay Karaca’nın yakınlarına çağrıda bulunuyorum. Bu operasyonun iç yüzünü biliyorsanız açıklayınız. Mihrac Ural’ın maskesinin düşürülmesine katkı yapınız.
Mihrac Ural bu operasyonda aldığı görevin açığa çıkmasını istemiyor. Elimizden kaçamayacaksın SIRTLAN, yakaladık seni. Yuların elimizde!..
Hadi bakalım, yine bir Abdullah Öcalan güzellemesi daha yaz artık.
Ne zaman Kürt özgürlük hareketine ve Abdullah Öcalan’a yaptığın ihanetlerden söz edecek olsak, derhal bir Abdullah Öcalan güzellemesi yazıyorsun. Bunun bir nedeni olmalı. Biz bu nedeni çok iyi biliyoruz. Ne zaman açıklayacağımızı merak ediyorsun. Korkudan ödün kopuyor. Bacakların titriyor. Otuz senelik taktikler sökmüyor. Biraz daha bekleyeceksin. Beyinsiz eşşek herif halâ bıraktığımız yerde otluyorsun.
Haydar Yılmaz, İbrahim Yalçın için ne demiş? İbrahim Yalçın, İrfan Dayıoğlu için ne demiş? İrfan Dayıoğlu, İbrahim Yalçın için ne demiş? Şimdi buraya geldiler!..
Devam edin ve bir şeyi asla unutmayın. İnsanları birbirlerine karşı kullandınız. Acilci’leri Acilci’lere düşman ederek yaşadınız. Herkes birbirine kuşku ile bakar oldu. Bir zamanlar birlikte ölüme koşan militanlar birbirine düşürüldü. Aradan otuz yıl geçti ve bu insanlar birbirlerini unutmadılar. Bu örgüte emeği geçen, bedel ödeyen, yılmayan yıldırılamayan ve devrimci olmaya devam eden insanları ayrıştırmak için her türlü rezilliği yaptınız. Halâ da yapıyorsunuz.
Söyler misiniz elinize ne geçti?
Karşımızda, otuz senedir “Genel Sekreter” geçinen bir pislik var. Tek başına kaldı. Hiç kimse, “Yapmayın beyler, bu adama bu kadar yüklenmeyin, yazıktır!..” diyebiliyor mu? Diyemiyor, demiyor, demezler!..
Neden diyemiyorlar, demiyorlar, demeyecekler?
Aslında demiyor değil, diyorlar.
“Bu pislikle fazla uğraşmayın, o zaten yaşayan bir ölüdür artık!..” diyorlar. “Sırtlan” tek başına kalmıştır. Çakal olmaya çalışıyor. Okuyucu her şeyi olduğu gibi görüyor.
Biz ne yazıyoruz? Sırtlan ne anlatıyor?
“Günay Karaca’yı neden öldürtmek istedin?..” diyoruz.
“Yalan söylemeyin. Günay’ı kamplara gönderdim!..” diyor.
Ne zaman göndermiş(miş)?
Cevap veriyor, 1982’de!..
Semir (Ertan)’e, “Sınırı geçirir geçirmez kafasına bir kurşun sık!..” diye emir vermediniz mi? İsim veriyorum, yalanlayan çıkıyor mu?
Ahlâksız adam, “İbrahim Yalçın birden bire tahliye edildi!..” diyor. İbrahim Yalçın’ın nasıl tahliye edildiğini bilmiyor mu? Elbette biliyor. Bilmeyen varsa beklesin. İbrahim Yalçın’ın “birden bire” değil, beş senelik fazladan ceza yattıktan sonra, nasıl ve ne zaman tahliye olduğunu anlatacağım.
Mihrac Ural da İbrahim Yalçın gibi “birden bire” tahliye olsaydı birkaç kitap yazar ve nasıl zindan yatmış kahraman olduğunu anlatırdı. Suriye’de Muhaberat’ın kucağında devrimcilik yaptığını zanneden ve bu örgütün militanlarına kara çalmak için her türlü rezilliği yapan Sırtlan adlı bu soysuzun bilmediği o kadar çok şey var ki, hepsini öğreteceğiz ona.
Kod adı Sırtlan olan bu eşek adam bir komisyon önüne çıkartılmalıdır.
İbrahim Yalçın yaşamının her anını bu komisyona anlatacak ve bugüne kadar yaptığı yapmadığı her şeyin hesabını verecektir. Mihrac Ural’dan da her şeyin hesabını soracaktır. Sırtlan çırılçıplak açığa çıkacaktır.
Fazla söze gerek yok. Aslında biz bu eşşek adamla uğraşmıyoruz. MİT–Muhaberat döküntülerinin içimize nerede nasıl sızdırıldığını ve tahribatın boyutlarını öğrenmeye çalışıyoruz. Bir kez daha önümüzün kesilmemesi için geçmişte yaptığımız hatalardan yanlışlardan arınmak ve tecrübelerimizi yeni kuşaklara anlatmak istiyoruz. Attığımız her adımda karşımıza çıkan adres aynıdır. Sırtlan kod adlı Mihrac Ural ile bu yüzden uğraşmak zorunda kalıyoruz. Mesele bundan ibarettir.
Mihrac Ural istediği kadar kıçını yırtsın ve şu sözümüzü asla ve asla unutmasın, bizde zaman aşımı yoktur ve olmayacaktır.
Nebil Rahuma’nın nasıl yakalandığını araştırmayacak mıyız?
Ali Çakmaklı’nın nasıl ve kimler tarafından niçin katledildiğini araştırmayacak mıyız?
Müntecep Kesici neden öldürüldü, demeyecek miyiz?
Sami (Gökhan Saç) ve Yusuf (Zihni Alan) neden öldürüldü, kim niçin öldürdü, demeyecek miyiz?
Mihrac Ural’ın babasının Urubacı, dedesinin MİT elemanı olduğunu kim biliyordu?
Hanna Maptunoğlu’nu neden tutukladın, arabasının frenlerini niçin bozdurdun, diye sormayacak mıyız?
Ali Fuat Çiler’in kardeşi Muzaffer Çiler’e, Hanna Maptunoğlu’nu Lübnan’da “Tutuklayın ve Lazkiye’ye getirin!..” diye emir verip tutuklatan kişinin kim olduğunu öğrenmek hakkımız değil mi?
Günay Karaca için “Sınırı geçirir geçirmez kafasına bir kurşun sık!..” diyen hain mantığı sorgulamayacak mıyız? Bu aşağılık katil zihniyetin kim(ler) adına faaliyet gösterdiğini merak etmeyecek miyiz? Merak etmeyen, sormayan sorgulamayan kişi devrimci olabilir mi?
Biz bunları sorup sorgularken karşımıza çıkan Sırtlan kod adlı Mihrac Ural ile uğraşmayalım ve Mihrac’ın çömezi Kemal Bayram (Salih) adlı insan müsveddesi gibi “Adaamm sen de ..... davası olmaz!..” mı diyelim?
Mihrac Ural adlı Sırtlan, sorularımıza adam gibi cevap vermediği sürece peşini bırakmayacağız ve onu çıktığı yere kadar kovalayacağız.
İrfan Dayıoğlu’nu okumuş olmalısınız. Günay Karaca’nın ablası ile konuşmuş. Günay’ın ablasına anlatıklarını da öğrenmiş olduk.
Daha önce ben ne yazmıştım? Günay Karaca’nın Sırtlan tarafından öldürülmek istendiğini ve Semir (Ertan)’e “Sınırı geçirir geçirmez kafasına bir kurşun sık!..” denildiğini yazmamış mıydım? Ne oldu peki? Söylediğim doğrulanmadı mı?
Sırtlan kod adlı Mihrac Ural ne diyordu? Ne diyecek, “Yalan!..” diyordu. Günay Karaca için “Yoldaş!..” diyordu. Ölüleri çok sevdiğini, dirilerden çok korktuğunu yazmadım mı? Öyle olduğu anlaşılmıyor mu?
Mihrac Ural’ın o ufacık beyninde kurduğu şatosunu kafasında parçalıyoruz. Öfkesi bundandır. Dellenmesi bu nedenledir. Öyle uzaktan horozlandığına bakmayınız, ödleğin tekidir.
Sami (Gökhan Saçın)’nin kardeşi Mihrac’ı Paris’te yakaladığı ve Sami’nin akıbetini konuşmak istediği zaman, “Gelin herşeyi anlatacağım!..” diyerek kapıya doğru usul usul ilerledi ve kapıya gelir gelmez “İmdaaaattt, adam öldürüyorlar!..” diye bağırarak kaçtı. Kaldırımın öte yanına geçip kalabalığa karışınca “Ben size gösteririm!..” diye horozlanmaya başladı. Bugün bile, Paris’te bu olay konuşulurken herkes kıçıyla gülüyor. “Küresel militan” veya “küresel soytarı” işte budur.
Günay Karaca yoldaş için artık yazmayacağım. Şahsen tanıma olanağım olmadı. İrfan Dayıoğlu gibi onu tanıyan yoldaşlar yazmalı. Günay artık aramızda değil. Zaaflarıyla ve yetenekleriyle tarihimizin bir parçasıdır. Yaşamının son günlerinde ablasına anlattıklarını İrfan açıkladı. Benim açımdan eklenecek hiçbir şey yok. Ben bu konuda görevimi yaptığım. Sırtlan’ın Günay Karaca için kurduğu hain tuzağı ortaya çıkarttım. Hesabını ailesi soracaktır. Acilciler gereğini yapacaktır.
Yeniden yazıyorum. Yoldaş katilliğinin zaman aşımı olmaz. İhanetin zaman aşımı yoktur. Sırtlan kod adlı Mihrac Ural kelimenin gerçek anlamıyla tam bir Ortalık Oğlanı’dır artık. Tepeden tırnağa çırılçıplaktır. Bakmayan horozlandığına, zevahiri kurtarma gayreti içindedir.
BU HAİNİ KONUŞTURMALI
Mihrac Ural dosyasında, suç(lar) vardır. Büyük ihanetlerin suçları...
Mihrac Ural dosyasında, yalan(lar) vardır. Hiçbir sözü doğru değildir.
Mihrac Ural dosyasında, yoldaşlarımızın kanı vardır.
Mihrac Ural dosyasında, hırsızlık vardır.
Mihrac Ural dosyasında, Suriye istihbarat örgütü Muhaberat adına casusluk faaliyetleri vardır.
Mihrac Ural dosyasında, Milli İstihbarat Teşkilatı’na örgütümüz Acilciler’i ehlileştirmek ve tasfiye etmek için verilmiş söz vardır.
Mihrac Ural dosyasında, eroin tüccarları arasında numune taşıyıcılığı ve bu işten kazanılmış kirli para vardır.
Mihrac Ural dosyasında, sadece örgütümüze karşı işlenmiş suçlar yoktur, tüm sol örgütlere ve onların militanlarına karşı kurulmuş tuzaklar vardır.
Mihrac Ural dosyasında, Kürt özgürlük hareketine ve onun liderine yönelik çok ciddi tuzaklar vardır.
Mihrac Ural dosyasında, Suriye’ye gelen sıradan insanların imkânlarına el koymak için işlenmiş onlarca cinayet vardır.
Mihrac Ural dosyasında, ihbar vardır. İstihbarat örgütleriyle işbirliği vardır.
Mihrac Ural hiçbir sorumuza adam gibi cevap vermiyor,veremiyor.
Örgütümüzün militanları başta olmak üzere isteyen sol örgüt temsilci-lerinin ve özellikle Kürt özgürlük hareketi temsilcisinin de içersinde yer alacağı bir komisyon kurulmalıdır. Mihrac Ural bu komisyon önüne çıkartılmalıdır.
Söylediğim her sözün sonuna kadar arkasında olacağım. Bugüne kadar ne yazmışsam hepsinin belgesini bilgisini delillerini sunacağım ve yaşayan tanıklarının dinlenmesini saglayacağım.
Mihrac Ural’ın, bir devrimci katili, bir muhbir, bir ajan, bir hırsız, bir yalancı, paradan başka hiçbir değer ölçüsü olmayan bir düzenbaz olduğunu, ispat edeceğim.
THKP-C/Acilciler adını kullandığına bakmayınız, marksist-leninist olmadığını ve devrimci-demokrat hiçbir özelliğinin bulunmadığını ispat edeceğim.
Eylemlerine yön veren tek şeyin eline geçirdiği örgütümüz imkânlarını kendi ailesinin zimmetine geçirmek ve zıkkımlanmak olduğunu ispat edeceğim.
Acilciler ismini her türlü pis ve iğrenç ilişkilerinin üzerini örtmek için kullandığını göstereceğim.
Yayınlamadığımız çetleşmelerini de bu komisyona sunacağım.
Devrimci olması şöyle dursun, tam bir ahlâksız olduğunu ispat edeceğim. Aynı şeyi kendisinden de bekliyorum.
Mihrac Ural komisyon önerimizi kabul etmelidir. İddialarını sıralamalıdır. Sonuna kadar söz hakkını kullanmalı, her söylediği sözün arkasında durmalı, hesap sormalıdır.
Türkiyeli Türk ve Kürt devrimcilerin önünde şimdiden ilan ediyorum. Bugüne kadar özel ya da örgütsel yaşamım boyunca yaptığım herşeyi sonuna kadar savunacağımı ve söylediğim ne varsa tamamını delileriyle ortaya koyacağımı ilan ediyorum. Türkiyeli Türk ve Kürt devrimcilerinden oluşacak komisyonun vereceği kararı kesinlikle kabul ettiğimi de şimdiden deklare ediyorum.
Mihrac Ural’a sesleniyorum. Aynı şeyi sen de kabul ediyor musun? Verilecek olan kararı sineye çekmeye hazır mısın? Kararın sonuçlarına katlanmayı ve gereğini yapmaya söz veriyor musun?
“Evet!..” diyorsan mesele bitmiştir. “Tartışma”yı derhal bitirelim ve kurulacak olan komisyonun teknik ayrıntılarını hazırlayacak olan bir heyet oluşturalım. Hadi bakalım sanal soytarı, yüreğin yetiyor mu?
Bu söylediklerimi yapmadığın sürece peşindeyiz.
Türkiyeli Türk ve Kürt temsilciler Mihrac Ural’a baskı yapmalıdır. Komisyon önüne çıkması için zorlamalıdır. Yıllardır ortalığı kirletmiş olan bu serserinin peşini bırakmamalıdır. Adam yerine koymadıklarını çok iyi biliyorum. Komisyon huzuruna çıkartıncaya kadar bu pisliğe tahammül etmelerini bekliyorum.
Bugüne kadar herşeyi çok açık yazdım. Bizzat bildiğim konuları ve duyduğumu tanığına onaylatacağım olayları yazdım. El yazılı belgeleri elimde. Çetleşmeleri elimde. Sanal ortamda inkâr ettiği belgeler elimde.
Mihrac Ural’ı kendi yalanlarıyla başbaşa bırakmayacağım. Onu, kendi yalanlarıyla ve kendisinden elde ettiğim belgelerle mahkûm edeceğim. “Dosya” adı altında yayınladığı müsveddeleri suratında parçalayacağım.
Sırtlan kod adlı Mihrac Ural denilen bu pisliğin örgütümüze ve halka karşı işlediği suçlarını aşağıya sıralıyorum.
Cevapsız kalan sorular:
1) 1978 tarihli yakalanmasını örgütten gizlemek için, yanlış yakalanma tarihi ve yeri vermiştir. Gazeteler Ankara’dan önce Samsun’da yakalandığını yazdığı halde, bu konuyu gizlemeye devam ediyor. Bursa’da ne yaptığı konusunda bilgi vermiyor ve sorulan soruları duymamazlıkta geliyor.
2) Samsun kuyumcu eyleminde alınan altınlardan önemli bir bölümü kendisindedir. Yakalanmadan bir kaç gün önce aldığı altınları ne yaptığını söylemiyor. Kendisine verilen altınları kime aktardığını örgütten gizliyor.
3) Nebil Rahuma’nın nasıl yakalandığını biliyor musunuz? Nebil’e pusula yazmadığını söylüyor. Erkan Ulaşan “Hayır!..” diyor. Nebil’in Erkan Ulaşan’a söylediğine göre, Nebil’e iki kez üst üste pusula gönderen ve her ikisinde de pusuya düşürerek yakalatan kişinin Mihrac Ural olduğunu, Nebil el yazısından ve pusulanın altındaki isimden tanıyor. Erkan Ulaşan bunu, şimdi söylemiyor, yıllar önce birçok kişiye anlatmış. Mehmet Yavuz’a bile anlatmış. Erkan Ulaşan’ı “ölü konuşturucu” olarak ilan ediyor.
4) Mihrac Ural, Nebil’i yakalatan kişinin kendisi olduğu tespit edilir edilmez, ortaya bir isim attı. “Nebil’i yakalatan kişi” olarak Ahmet Babaoğlu’nun adını verdi. Bunu daha önce neden söylemedi? Şimdi mi aklı başına geldi? Ahmet Babaoğlu ismini yeni mi öğrendi? Ahmet Babaoğlu, Nebil Rahuma’nın kaldığı evi nereden bilebilir ki? Bilip bilemeyeceğini, Samsun’da ve Havza’da yakalanan yoldaşlara soralım mı? Bursa’da yakalanan arkadaşlara soralım mı? Nebil Rahuma ile ilişkisi olan, Nebil’in kaldığı yeri Mihrac’tan başka bilen var mıydı? Nebil ve Mihrac aynı günlerde ve aynı operasyon içinde tesadüfen yakalanmış olabilir mi?
5) Erkan Ulaşan, Nebil’in yakalanmasını yazdığı zaman Erkan’a telefon etti. “Nebil ile aramıza kimse giremez!..” dedi. Erkan telefonda “Nebil bana o pusulaları gönderen kişi Mihrac Ural’dır!..” diye cevap verdi. Buna rağmen, Erkan’ın ağzından yalan yazdı. Birkaç saat sonra Erkan açıkama yaparak Mihrac’ı yalanladı.
6) Adana ABD Konsolosluğu’nun bombalanması eyleminde kim vardı? Nebil Rahuma’yı olay yerinde bırakıp kaçanlar kimlerdi? Mihrac Ural ve Ali Fuat Çiler değil miydi?
7) Nebil neden bu örgütten ayrıldı? Neden ayrıldığını söyleyemiyor. Bu soruyu duymuyor. Nebil’in kendi sesinden hazırladıgı kaseti Mihrac’a bizzat elden verdim. Adıyaman Kapalı Cezaevi’nde verdiğim kaset nerede? Nebil ne diyordu o kasette? “Yakamı bırak, ben seninle bir arada olmam!..” demiyor muydu? Benden öyle bir kaseti aldığını almadığını bile söylemiyor. O kaset nerede?..
8) Cevap veremiyor. Nebil Rahuma güzellemesi yazıyor. Nebil Rahuma’nın kanına giren ödlekler de konuşmuyorlar. Hepsi birden sağır sultan oyunu oynuyorlar. Sesleri çıkmıyor. Nebil’in öldürülmesinde Mihrac Ural’da, öldürenler kadar suçludur. Nebil Rahuma’ya yapılan karalamaların hepsi hikâye idi. Söylenmeyen gerçek, “Nebil’in Acilciler adına HDÖ içine sızdırılmış bir ajan olduğu” kuşkusuydu. Bu kuşkuyu yaratan Mihrac Ural’dır. Bile bile bu kuşkuyu yarattı ve Nebil’in katline neden oldun.
Nebil’i öldürenler konuşmuyorlar. Hepsi susuyor. Eminim utançlarından susuyorlar. Konuşmak istiyorlar ama konuşamıyorlar. İpe sapa gelmez gerekçelerle Nebil’in kafasına kurşun sıkanların cinayetten sonra ağlaştıklarını hepimiz biliyoruz. Neden peki? Nebil’i hiçbir kanıtı olmayan kuşku ile öldürdükleri içindir. Bu kuşkuyu yaratan Mihrac Ural’dır. Nebil öldürüldü, Mihrac Ural rahatladı. Nebil potansiyel tehlikeydi. Mihrac’ın hain olduğunu kanıtlayan bilgi her an açığa çıkabilirdi.
Mihrac Ural poliste tokat yemeden bülbül kesildi ve işbirliği yaparak kurtuldu. Pusula gönderdi. Nebil’i yakalattı. Nebil tanıktı. Nebil delildi. Mihrac Ural delili yok etti. Nebil yaşasaydı Mihrac Ural “Ser verdim, sır vermedim!..” diyemeyecekti ve taaa o zaman ipliği pazara çıkacaktı.
Nebil’i öldüren “yoldaş”ları susuyorlar. Tek tek hepsiyle konuşun, hiçbiri olayı bugün “onaylamıyor” ve içlerinden bir taneciği bile “Ali Çakmaklı öldürülmeseydi, Nebil öldürülmezdi. Nebil’i Acilciler’in içimizdeki ajanı olduğu kuşkusuyla öldürdük!..” diyemiyor. Bunu söylemedikleri için, Mihrac Ural’ın yalanlarına ortak oluyorlar.
Nebil Rahuma ile Adana dönüşünden hemen sonra konuştuğumu söylüyorum. Mihrac Ural bunu israrla reddediyor. Hiç kimse çıkıp da “Sul ulan, sen o tarihte Türkiye’de bile değildin” demiyor. Nebil’in bir an evvel öldürülmüş olması Mihrac’ın işine geliyor.
Saliha susmaya devam ediyor. “İbrahim Yalçın doğru söylüyor. Olayı ben biliyorum. Nebil Adana’dan gelir gelmez tutuklanmadı, İbrahim Yalçın’la görüştü!..” diyemiyor. Nebil’i dolduruşa gelerek öldürdüler, susmakla hergün bir kere daha öldürüyorlar. Üstelik “Bu olay talihsiz bir hataydı!..” diyerek yapıyorlar bunu.
Ziya Erdönmez, Nebil Rahuma’yı Acilciler örgütüne para aktarmakla suçlamış(mış). Ziya Erdönmez, Acilciler’e (bana) altın vermesi için Nebil’e haber veren kişidir. Nebil’i bu konuyla ilgili olarak suçlayabilir mi. Böyle şey olur mu?
Nebil öldürüldükten sonra, Saliha benimle Şirinevler’de E-5 karayolu üzerinde ayaküstü görüştü. “Nebil sana silah alımı için para vermiş, buna gerek kalmadı, biz o sorunu hallettik parayı ver” dedi. Ben de cevap olarak, “Hayır, Nebil bana silah alınması için para vermedi. Böyle bir mesele konuştuk ama para vermedi. İhtiyacımız olduğu için Ziya’dan altın istedim. Ziya da Nebil’le birkaç kilo altın yolladı. Bunu dışında para verilmedi!..” dedim. Bunu üzerine, Saliha bana dönerek, “Bundan haberimiz var. Biz silah alımı için de para verildiğini sanıyorduk. O halde mesele kalmamıştır!..” dedi. Bu görüşmenin yapıldığı tarihte, Nebil öldürülmüş ama benim haberim yoktu. Saliha’dan Nebil’i sordum ve görüşmem gerektiğini söyledim. Nebil’in Güney’de olduğunu ve gelir gelmez haber vereceğini söyledi. Saliha niçin susuyor? Konuşması gerekmiyor mu? Susarak Mihrac Ural adlı haini korumuş olmuyor mu?
9) Mihrac Ural “Ser verdim, sır vermedim. Adımı bile kendileri dosyadan buldular!..” diye yalan söylediği, kendi yazdıklarıyla ve Ankara’da birlikte göz altında bulunan yoldaşların anlatımlarıyla açığa çıktı. Buna rağmen, yalan söylemeye devam ediyor. “Elektirik işkencesi”nin nasıl olduğunu bilmediğini, “Bana şartelle elektirik verdiler!..” diyerek itiraf ediyor. “Filistin askısı nasıl oluyor?..” dedik. Anlattığı şeylere kargalar bile gülüyor.
10) Polis ifadesi “kaybolmuş”, bunu anladık. Kaç tane polis ifadesi olduğunu sorduk, cevap veremiyor. Kaç yerde ve kaç tane polis ifadesi olduğunu bilmiyor. Isparta’da yarım sayfalık polis ifadesi göstermişti. Ankara’da Mihrac Ural’ın evine gelerek evdeki polis pususuna düşerek yakalanan Mustafa Burgaz ikibuçuk sayfa polis ifadesi olduğunu söylüyor. Hangisi doğru? Cevap veremiyor.
11) İşkence’de her tarafım paramparça oldu, 21 gün dolaştırıldım, diyordu. “Nereleri dolaştırdılar?..” diye sorduk. Sesi soluğu kesildi. Hiçbir yerinin paramparça olmadığı görgü tanıklarının ifadeleriyle ispat edildi. “Nerelerde dolaştırıldığını” söylemiyor. Sorularımıza sorularla karşılık vererek gerçekleri karartmaya çalışıyor.
12) Yakalandığı zaman Antakya’ya niçin götürülmediğini sorduk. “Antakya’da davam yoktu, deşifre değildim, o nedenle götürmediler!..” dedi. Daha sonra bu söylediğini unuttu. “Antakya’da evinin basıldığını, bu nedenle Adana’ya kaçtığını ve Adana’dan İstabul’a geldiğini” yine kendisi yazdı. Antakya’ya niçin götürülmediğinin gerekçesini anlatmaya kalktı. MİT tarafından Antakya’ya gizlice götürüldüğü buradan anlaşılmıştır. Bu durum Mihrac Ural’ın yakalandığı gün MİT’le anlaştığı anlamına gelmez mi?..
Mihrac Ural’ın da içinde bulunduğu 1978 operasyonunda 80’den fazla militan ve sempatizan yakalandı. Bu kadar adamı kim yakalattı? Kaç şehirde operasyon yapıldı? Operasyon nerede başladı? “Ser veren, sır vermeyen!..” belli olduğunu göre, “Ser vermeyen, sır veren!..” kimdi?
13) İstanbul davasından tahliye olduktan sonra, 1979 operasyonundan önce, Niğde’ye neden götürüldüğünü ve 1979 operasyonu biter bitmez niçin Adıyaman’a görderildiğini izah edemiyor. Bu konuda sorulan sorulara cevap veremiyor.
14) Mihrac Ural gittiği her cezaevinde herkesi yanına çağırarak takip edilmelerini sağlamış ve tüm operasyonların başlangıç noktasının Mihrac Ural’ın bulundugu cezaevleri olduğu anlaşılmıştır. Örgüt üyelerimizin takip edilmesinde bilgisi ve katkısı vardır.
15) Tacettin Sarı’yı savunuyor. Oysa, “Tacettin Sarı örgütten kaçtı, Suriye’de Muhaberat elemanı oldu. Cezalandıracağız!..” diye karar alanlardan birisi de kendisiydi. Mihrac Ural’ın bu konuda örgüte yalan söylediği ve komplo kurduğu kendi sitesinde, “Mihrac Ural’ın talimatı ile Suriye’ye çıktım, kaçmadım!..” diyen Tacettin Sarı tarafından itiraf edilmiş ve Mihrac Ural yalanı açığa çıkmıştır. Mihrac Ural hangi cezaevinde ise Tacettin Sarı’nın her hafta oraya ziyarete gittiği biliniyor. Cezaevi ziyaretlerine giden herkes yakalanmıştır. Tacettin Sarı yakalanmamıştır. Mihrac Ural bu konuda hiçbir soruya cevap vermiyor.
16) Mihrac Ural hapis yattığı iki seneye yakın süre boyuncu “tahliye olacağını” söyleyerek tüm kaçma kaçırılma tekliflerini geri çevirmiştir. Adana Cezaevi’nden kaçması ve iki gün sonra da Suriye’ye geçmesi tamamen örgütsel hiyerarşinin dışında gerçekleşmiştir.
Mihrac Ural, Acilciler’in tamamının bildiği gerçekleri bile ters yüz ederek yalan söylemeye ve yaptığı ihaneti gizlemeye çalışmaktadır. Cephe dergisinde yazdığı “Kısaca Yaşamı” adlı yazı bu yalanın en büyük delilidir. Bu yalan torbasının içinde, “Örgüt MK’sının ısrarları üzerine Suriye’ye çıktığı” yazılıdır. Mihrac Ural’ın Suriye’ye çıktığı tarihte Acilciler örgütünde MK diye bir kurum yoktu. Adana hariç, hiçbir bölge sorumlusu da bu kişinin kaçtığını veya yurt dışına çıktığını bilmiyordu.
17) Mihrac Ural’ın Ali Çakmaklı hakkında Adana Cezaevi’nde yazdığı “Karanlık Adam” adlı yazı ile polis ilan edilerek öldürüldüğünü tüm Acilciler ve Türkiyeli tüm devrimciler biliyor. Buna karşın, bugün bu durumu inkâr etmeye kalkıyor. Ali Çakmaklı’ya “polis demediğini” söylüyor. Ali Çakmaklı öldürüldükten bir sene sonra Cephe dergisinde “bir polis ajanıydı” diye yazdığı yazıyı bile inkâr ediyor.
18) Müntecep Kesici’yi bir provakasyon sonucu öldürttüğünü inkâr ediyor ve “anlık bir olay” diyerek suçunu hafifletmeye çalışıyor.
19) Yusuf (Zihni Alan) neden öldürüldü, diyoruz. Yine yalan söylüyor. Yusuf’un öldürülmesini, “Bir arkadaşın fevri davranışıdır, benim alakam yok!..” diyor. Cephe dergisinde kendi imzasıyla yazdığı yazıya bile sahip çıkmıyor.
20) Sami (Gökhan Saç) neden öldürüldü, diyoruz. İnkâr ediyor. “Öldürmedik, sorguladık, özeleştiri verdi, bıraktık!..” diyor. Sami, sokak ortasında yoldaşlarının yanında alınarak götürüldü ve bir daha haber alınamadı. Cesedi denizden çıkartıldı. İşkence yapılarak öldürüldüğünü inkâr ediyor.
21) Günay Karaca için “yoldaşım” diyor. Günay Karaca’nın Suriye’de örgütle ilişkisini keserek Türkiye’ye döndüğünü herkes biliyor. Günay Türkiye’ye dönerken, Murat Sahillioğlu’na “Sınırı geçirir geçirmez bu adamın kafasına bir kurşun sık!..” dediğini yazdım. Mihrac inkâr etti. Günay’ın Ablası aynı şeyi Günay’ın kendisine söylediğini anlattı ve İrfan Dayıoğlu bunu yazdı. Günay Karaca’yı neden öldürmeye teşebbüs ettin, diyoruz. Cevap veremiyor.
22) Mihrac Ural akıl almaz bir yalancıdır. Devrimci ahlak ve terbiyenin asla kabul etmeyecegi oranda hemen her konuda profesyonel bir yalan makinesi gibidir. “Kısaca Yaşam Öykü”sü Cephe dergisinde duruyor. Burada “17 yaşında onlarca fabrika örgütlediği”ni yazmı. Onlarca fabrikadan bir tanesinin ismini yazabilir mi? Hayır yazamaz. Böyle bir faaliyeti olmamıştır.
Öyle anlaşılıyor ki, örgüte ayağını atar atmaz yalanlarla iş başı yapmış. Birinci yaşam öyküsü az geldi. İkincisini yazdı. Her iki yaşam öyküsü arasında, birbiriyle taban tabana zıt çelişkiler var. Çelişkiler yalanlarını açığa çıkarıyor. Sahi, bu adamın kafasında kaç “dikiş” var? Bazen 17 diyor, bazen 45 olduğunu yazıyor. Çetleşmelerine bakınız. Her yanından yalan akıyor.
23) Mihrac Ural, Mehmet Avan’ı çok iyi tanır. Şubat 1978’de Mehmet Avan’a pusula yazarak Ali Fuat Çiler’in evine gönderiyor, evde bulunan para ve silahı almasını söylüyor. Ali Fuat Çiler o tarihte (Şubat 1978) yakalanmıştı. Mehmet Avan söyleneni yapıyor ama birkaç gün sonra yakalanıyor. Yakalandığı zaman polis Mehmet Avan’a Ali Fuat Çiler’in evine ne zaman gittiğini ve evden aldığı şeyleri söylüyor. Mehmet Avan’ı deşifre olmuş eve bilinçli olarak yollayan ve yakalatan Mihrac Ural’dır. Erkan Ulaşan’a, Nebil’in yakalatılması konusunu inkâr ederken, “Biz o tarihte pusula ile haberleşmezdik!..” diyerek yalan söylediği de bu vesileyle anlaşılmış olmuyor mu? Mehmet Avan’a pusula yazıp tuzağa düşüren kim olabilir?
24) Mihrac Ural, Mehmet Avan’ı Adnan Demir’in ve amcasının oğlu İrfan Ural’ın cezaevi ziyaretine gönderen ve Samandağ Ziraat Bankasından kamulaştırılan paraları istettiği kişi değil mi? Mehmet Avan bu parayı Adnan Demir’den ve İrfan Ural’dan istediği zaman ne cevap aldı? “Vermeyeceğiz!..” dediler mi, demediler mi? Verdiler mi, vermediler mi?
Mihrac Ural şimdi bu adamlara “yoldaş” diyor ve bu pislikler hep birlikte “haramzade sofrası”nda besleniyor. Yeniden soruyorum. Bu para ne oldu? Haydar Yılmaz bu paranın nerede olduğunu Mihrac Ural’a sormadı mı? Haydar Yılmaz’a ne cevap verildi? “Yoldaş, bu para askeri alanda gömülü!..” diyen kişi, Mihrac Ural’ın kendisi değil mi? Haydar Yılmaz’ın, “Önemli değil, nerede olursa olsun biz alırız!..” demesine rağmen, Mihrac Ural bu paranın akıbeti hakkında bilgi vermiyor. Kim(ler) çaldı bu parayı? Hırsızlara ne yapıldı? Şu an bu parayı çalıp örgüte vermeyenler ile “yoldaş”lığı devam eden Mihrac Ural’ın, Samandağ hırsızlarıyla bu derece sarmaş dolaş olmasının altında hangi çıkar ilişkisi var dersiniz? İrfan Ural hep susuyor. Neden sustuğunu sormayalım mı? İrfan Ural hiç sesini çıkartmayacak, bu paranın hesabını vermeyecek, haramiler sofrasında zıkkımlanacak, “Biz Acilciler” diye bildiri yazacak, “Şanlı tarihimiz karalanıyor!..” diye çığırtkanlık yapacak, öyle mi?
Bir defa daha yazıyorum. Mihrac Ural ve İrfan Ural, Samandağ Ziraat Bankası kamulaştırma eylemi sonrasını ve paranın akıbetini söylemek zorundadırlar. Dürüst olmalılar, gerçekleri açıklamalıdır. Aksi taktirde, Acilci değil, Acilciler’in içine sızmış hırsız olarak anılacaklar. Mihrac Ural’ın hırsızlığı konusunda şüphe yok. İrfan Ural ve Adnan Demir bu konuyu enine boyuna devrimci kamuoyuna açıklamadıkları müddetce, aynı şekilde hırsız olarak anılacaklardır. Bu para devrimci örgüt kasasından çalınmıştır. Hesabının sorulması gerekiyor. Komisyon bu nedenle de önemlidir.
25) Mihrac Ural nerede nasıl yakalandı? Bileniniz var mı? Samsun’da, İbrahim Evren adlı şahısla beraber yakalandığını Milliyet gazetesinden bulduk ve yayınladık. Hiç sesini çıkartmıyor. Neden? 1978 Mart operasyonu nasıl başladı? Bu operasyonda, Samsun Bursa Ankara İstanbul Hatay ve Ege bölgesi olmak üzere toplam 85 kişiden fazla yakalanma oldu. Kim verdi bu insanları? Mihrac Ural’ın sesi soluğu çıkmıyor. Bir nedeni olmalı?
Bu operasyonlardaki görevini açıklamalıdır. Susarak kaçış kurtuluş olmadığını anlamış olmalı. Sorulara sorularla karşılık vererek kafa karıştırma dönemi çoktan geçti. “Ben Samsun’da değil, Ankara’da yakalandım. Bursa’ya gitmedim. Ankara’da, Samsun’da Bursa’da takip edilmedim!..” desin bakalım. Bunları diyebiliyor mu? Şimdi diyemiyor ama 25 sene önce diyordu. 25 sene değil, bundan 3 sene öncesine kadar söylüyordu. Şimdi de söyleyebilecek mi? Söyleyemez. Yakaladık çünkü. “Antakya ya götürülmediğini, Antakya’da deşifre olmadığını ve aranmadığını” söylüyordu. Yalan söylediğini yakaladık ve itiraf etti. Antakya’da daha önce deşifre olduğunu itiraf ettiğine göre, yakalandığı zaman Antakya’ya neden götürülmediğini anlatmıyor? Bu bölümü atlamaya çalışıyor. Nedeni var. Herkes gibi açıkça götürülmedi. Gizlice götürüldü. Susmasının nedeni burada yatıyor. “21 gün dolaştırıldım” dedi. Ankara-İstanbul arasında değil, buralarda dolaştırıldı da ondan söyleyemiyor. Utanmaz ahlâksız adam, “Ser vermiş, sır vermemiş!..” öyle mi?
26) Haydar Yılmaz Aralık 1979 başında, yakalanmadan 10 gün kadar önce, İstanbul’dan Anarşist vasıtasıyla Mihrac Ural’a (Niğde Cezaevi’ne) cezaevleri yardımlaşma fonu için 500.000.- lira para gönderdi. Mihrac Ural bu parayı ne yaptı? Mihriban’a mı verdi? Zeki el Kasım Ural’a mı verdi? Kime verdi? Hangi yoldaşa bir kuruş para yolladı? Bütün bunların hesabını sormayalım mı?
27) Hatay’da dinamit deposunun kamulaştırılması eyleminde alınan dinamitleri İstanbul örgütüne (Engin Erkiner’e) parayla sattı. Satmadım diyebiliyor mu? O zaman bu dinamitlerin kaçakçılardan para ile satın alındığını söylemişti. İstanbul örgütünden aldığı 70.000.-lirayı ne yaptığını soruyoruz. Kız kardeşinin düğünü için kullandığını öğreniyoruz. Doğru mu bu?
28) Kayseri’den gelen kullanılmış silahları yine İstanbul örgütüne (Haydar Yılmaz’a) sattı. Örgüt içi ticaret yapan bir ahlâksız adamın devrimciliğinden söz edilebilir mi?
29) Samsun kuyumcu eyleminden alınan altınlardan 2,5 kg kadarının Bursa’da kendisine verilmediğini söylesin bakalım. Yakalanmadan birkaç gün önce aldığı bu altınlar ortada yok. Kime verdi? Yakalanmadığına göre, bu altınlar neredeler?
Mihrac Ural nerede ise Zeki el Kasım Ural’ın da oralarda olmasının altında, örgüt kasasının baba evine transfer trafiği olmasın? Örgüt paralarını babasına mı aktarıyordu? Bu adamlar babadan oğula hortumcu muydu? Bunları konuşacağız. Komisyon önerimizin gerekçeleri içinde bunlar da vardır.
30) Kayseri’de yapılan 10 milyonluk kamulaştırma eyleminde elde edilen paranın ne kadarı Mihrac Ural’a aktarıldı ve bu paralar nerelere harcandı? Bilen var mı? Hayır.
31) Mihrac Ural Suriye’ye geçer geçmez ısrarla para talep etti ve Adana’da bir kuyumcu kamulaştırmasında elde edilen altınlar kendisine gönderildi. Utanmaz adam, “dağlarda ot yiyerek yaşadım” diyor. İnanan var mı?
32) Mihrac Ural geçmişten bugüne annesini babasını kullanıyor. Aklısıra duygu sömürüsü yapacak, “Elinden ekmeğini yediniz!..” diyebiliyor. İnanmayınız, yalan söylüyor. Bu aile, dededen babaya, babadan oğula kadar, oğuldan kızkardeşe ve emmioğluna kadar Acilciler örgütünün olanaklarıyla beslendi. Mihrac Ural adlı hırsız bugün ailesiyle başbaşa kalmışsa nedeni vardır. Bu sefil yaratığı kız kardeşinden ve babasından başka savunan var mı?
33) Mihrac Ural bugüne kadar eleştiri yapan ve ihanetin farkına varabilecek olan kim varsa hepsini tasfiye etmek için elinde gelen herşeyi yaptı. Mustafa Burgaz, Mihrac Ural’ı bu örgüte “kazanan” kişidir. Hatay’da Mustafa Burgaz ismini bilmeyen devrimci yoktur. Mustafa Burgaz’ın bir günde “30 senedir MİT’ne bilgi veriyordu, ayyaşın tekidir” diye karalanmasının altında yatan gerçek bilinirse Mihrac adlı sefilin kim olduğu ve ne adına hareket ettiği daha iyi anlaşılacaktır. Mustafa Burgaz için bu karalamayı neden yaptın? Mustafa Burgaz’ı kim yakalattı? Mutafa Burgaz’a, Ankara emniyetinde, ‘Önemli değil, kabul et!..” diye bağırdın mı, bağırmadın mı? Ne diye bağırdın?
33) Örgüt içinde polis işbirlikçilerini koruyarak (Ali Hamam) militanlara “Polistir!..” diye kara çalmakla ne yapmak istiyordun? Alaaddin Özden için Cephe dergisinde “Polistir!..” diye yazı yazmadın mı? Dr. M’nin kongre’ye geliyorum diye telefon ettiği zaman yanında bulunan yoldaşlara dönerek “Yoldaşlar, kongremize polis de geliyor, tamam olduk!..” demedin mi? Örgütümüzün MK üyesi Ali Sönmez için, “Bizi dostlarımıza ihbar ediyor. Kardeşi vasıtasıyla Türk Polisine bilgi veriyor’’ diyen sen değil miydin?Ali Sönmez seni hangi dostlarına ihbar etti? Adı nedir bu “dostların” söyle de devrimci kamuoyu da bilsin şu dost dediğin kişiler kimmiş?
34) Mihrac Ural’ın 30 senedir yanında bulunan pis işler sorumlusu Beşir Kanmaz (Şerif) kendi ailesinin kararıyla polise teslim olmadı mı? Nasıl oluyor da, arandığını duyar duymaz polise giderek teslim olan biri “ser verip, sır vermeyen” yiğit oluyor. Bu soruya niçin cevap vermiyor. Beşir Kanmaz (Şerif) polise teslim olurken subay babası da yanında değil miydi? Şerif denilen bu pislik adam, teslim olmaya örgütümüzün motosikleti ile gitmedi mi? Motosikleti de polise teslim etmedi mi? Bu pislik adamı hapisten çıkar çıkmaz Suriye’ye kim gönderdi? Yusuf’u katleden Döşemesi Sami ile Şerif’in hanımı arasındaki ilişki neydi? Döşemeci Sami, hangi pazarlık karşılığında Yusuf’u öldürmeye “ikna” edildi? Döşemeci Sami, şimdi nerede?
35) Mihrac Ural Avrupa’da ne yaptı? Paris’de 90 yaşında bir kadının evini soydugu biliniyor. Yaşlı kadının evinde bulunan antik eşyaları çuvala doldurarak pencereden kaçtığını Paris’de bilmeyen yok. Yüz kızartıcı eylemlerden bir başkası da Süleyman Miroğlu adlı yoldaşa yaptırıldı. Uzun yıllar hapishanede tek başına bırakıldı.
Süleyman Miroğlu örgütümüzün Fransa biriminde en iyi dil bilen ve herkesin işine koşan çalışkan ve fedakâr bir yoldaştı. Son derece yetenekli olan bu yoldaşımıza, “Arap Bakkalı” soygunu görevi vererek olay yerinde onu bırakıp kaçanların kim olduklarını bu örgütün militanları bilmiyorlar mı? Süleyman yoldaş, şu an çok ciddi sağlık sorunuyla ve hayati tehlike içinde yaşıyor. Mihrac Ural ve onu bu hale getirerek adi bir suça teşvik edenler şimdi neredeler? Süleyman Miroğlu’nun hapislik yıllarında kalma hastalığının tedavisi için ne düşünüyorlar dersiniz? Sanal alemde örgütçülük oynayarak, örgüt olanaklarını zıkkımlanan bu serserilerin, arkadaş yoldaş örgüt mücadele ve devrim diye bir sorunlarının olmadığını söylerken yalan mı konuşuyoruz.
Mihrac Ural ve ailesine yalakalık yapan çömezlerde hiç mi utanma kalmadı? Bunlar bu kadar kör mü? “Belki bana da bir kemik düşer!..” diyerek, halâ bu ihanet kapısında sürünen sefillirin insan onuruyla hiç mi ilgileri olmadı?
36) Mihrac Ural “Ayrı Varlık”tır. Hiçbir zaman Acilciler’le aynı varlık olmadı, hep “ayrı varlık” oldu. Biz bunu açığa çıkarttık. İhanetin zaman aşımı yoktur. O şimdi, devrimcilerden umudunu kesti. Aleviler’e yanaşmak istiyor.
37) Mihrac Ural’ın cevaplandıramadığı yüzlerce soru vardır. İstediği kadar sussun. Önemi kalmamıştır. Dede tarafından MİT, baba tarafından URUBACI olduğu kendi ifadeleriyle açığa çıkarılmıştır.
38) Kürt özgürlük hareketinin “kadim dostu” olduğu palavrasını da açığa çıkartacağız.
Bir komisyon kurulmalıdır. Mihrac Ural da bizim gibi hesap vermeye hazır olduğunu açıklamalıdır. Açıklamazsa, dünyayı ona dar edeceğiz.