SİYASET CÜCESİ MİHRAC URAL

İbrahim Yalçın

« Mihrac Ural’ın Marifetleri » başlıklı yazımın yayınlanması üzerine, tanıdık tanımadık birçok devrimciden mail aldım. Gördüm ki, bu haini tanıyanların ve hatta sadece adını duyanların hemen tamamı, bu kişi hakkında olumlu tek bir kelime duymamışlar. Tanıyanlardan olumlu bir izlenim olmayacağını zaten biliyordum, tanımayanların da kulaktan kulağa yayılan haberlerden genel bir değerlendirme yapacak kadar bilgi edindiklerini bu vesileyle öğrenmiş oldum. THKP-C/Acilciler adlı örgütümüzün adını kullanarak, kendince bir yerlerde yer edinmeye çalışan bu kişiliksiz sefilin, kriminal suçlarının yanında, teorik  düzeydeki çapsızlığına ve ikiyüzlü “siyasi” manevralarına da bakmak gerekiyor. Eylemleri ile söylemleri arasındaki garip çelişkileri ortaya çıkartmak ve nedenlerini anlayabilmek için, baskı sayısı 50'yi geçmeyen CEPHE dergilerinde sergilediği çapsızlıklarına da bakmak gerekiyor. 

 Yıl 1981, Cephe, sayı 2, sayfa 8-9. Cephe dergisinin bu sayısı ellerinde bulunduranlar dikkatle okusun: «… tespit edilen hedeflere hızla varıyoruz. Türkiye devrimci hareketinde soyutlanışımız sona eriyor. Çemberi kırdık. Oluktan boşalırcasına geliyoruz. … Yeni evre yeni muhtevalar kazanmış olacaktır. Anadolu ulus ve azınlıklarının partisi doğacaktır. … M-L’den etkilenen ve kaynaklanan her k.burjuva hareket kaçınılmaz olarak parçalanır. Parçalanmalar komünistleri bir yana devrimcileri bir yana ayırır. »

Mihrac Ural adlı sefilin tespit edilen hedefleri neydi  acaba? Kısaca cevap vereyim: Hedef, “Türkiye Halk Kurtuluş Partisi – Cephesi / Acilciler” örgütünü, “Türkiye’deki Hataylı’ların Kurtuluş Partisi – Cephesi / Acilciler” örgütü haline dönüştürmekti. 

Daha doğrusu, böyle olduğu anlaşılıyor. “Yeni evre yeni muhteva kazanmış olur” derken ve "Anadolu ulus ve azınlıkların partisi"nden bahsederken kasdettiği buydu. M-L’den etkilendiğini söylediği örgütümüzdeki ayrışmadan bahsederken, «Parçalanmalar komünistleri bir yana devrimcileri bir yana ayırır» diyor . 

Bu sefile sormak gerek, burada bahsettiğin “komünistler“ kim, “devrimciler”kim?  Ben söyleyeyim; o dönemde örgütten ayrılanlar “komünistler“ oluyor ve kendileri “devrimciler“ olarak örgütte kalıyor. “Kendileri“ diyorum, çünkü bu sefil yaratık ta o dönemde Suriyeli “ağababaları”na Türkiye Halk Kurtuluş Partisi – Cephesi / Acilciler örgütünü, Hatay Kurtuluş Partisi – Cephesi örgütü (Suriye’deki Baas Partisi’nin Hatay“daki uzantısı) haline dönüştürmek için söz vermişti. Ve bu yazı doğrudan doğruya Suriyeli “ağababaları”na arapça olarak iletilmiştir. Türkiye’nin sol litaretüründe hiçbir örgüt kendi içindeki ayrılıklardan bahsederken “devrimciler  - komünistler” diye bir tanımlama yapmamıştır. Mihrac Ural adlı sefil, 12 Eylül’den az önce kaçarak sığındığı “Suriyeli yoldaşları“nın sağladığı ortamdan bir daha Türkiye’ye dönmeyeceğini çok iyi biliyordu. Militan  yoldaşlarımız ülkeye dönmek ve mücadeleye devam etmek  için can atarken, bu hain örgütümüzün o döneme kadar savunduğu “silahlı mücadele” anlayışını da “sol pasifizm” olarak adlandırdı ve ülkeye geri dönmek isteyen yoldaşların önlerini teorik olarak kesmeye çalıştı. 

Yıl 1982, Cephe, sayı 6-7-8. (Sol pasifizm mi? Leninizm mi ?) şöyle yazıyordu :
   
 « …. Oysa bugün ülkemizde devrimin içinde bulunduğu süreç; kitle örgütlenmesinin ve siyasal üstünlüğün sağlanmasına yönelik bir süreçtir. Böyle bir süreçte maddi ön koşulu  siyasal üstünlük olan gerilla savaşını ya da devrimci şiddeti, strateji olarak temel almak mümkün mü? Bu en hafifinden maceracılıktır. … önce devrimci şiddeti kabullenip sonra buna uygun ülke koşulu. … Artık öncü savaşı halk savaşı gibi olgulardan arındırlarak, sol-pasifist bir teorinin tutsağı olmaktan kurtuluyorduk . » 

Bir yandan devrimci  şiddeti temel alan örgütümüzü “silahsızlandırmaya” çalışacaksın, diğer THKP-C kökenli örgütlere sizler de bizim gibi cesaretli olun «kurtulun bu kavramlardan» diye  akıl vermeye kalkacaksın.  

 « … THKP-C kökenli silahlı mücadele gruplarının bu kara alın yazılarını silmelerinin gereği her zamandan daha elzem hale gelmiştir. Biraz cesaret beyler. » (Yıl 1982, Cephe, Mayıs-Haziran sayısı) 

Mihrac Ural’ın, «kara leke» olarak görüp “elzem” olmuştur diye kurtulduğu ve başkalarını da «kurtulmaya» davet ettiği bu dönemde; silahlı mücadeleyi temel mücadele biçimi olarak gören ve bunu binlerce gerillasının hayatı pahasına azim ve kararlılıkla sürdüren PKK ve onun genel başkanının yakın çevresinde durmayı, duruyor gözükmeyi, kendisini ona en yakın ittifak gücüymüş gibi pazarlamayı ihmal etmediğinin de altını çizmemiz gerekiyor. Bir yandan, devrimci şiddet ve silahlı mücadeleyi temel mücadele biçimi olarak gören ve o güne kadar bu anlayışla örgütlenmeye çalışan THKP-C/Acilciler başta olmak üzere, diger silahli mücadele örgütlerinin tümüne (elbette buna PKK da dahildir); 

« … bir kez daha başlamadan önce, şöyle bir isyancılığın, askeri bakış açısının ülkemizdeki ve dünyadaki örneklerini objektif bir gözle algılamaya çalışsınlar; bunun proletaryanın leninizme yapacağı atağın yolunu nasıl kestiğini anlamaya çalışsınlar. Leninizme 5 kala’yı başucu kitabı olarak okusunlar ve bir kez daha Türkiye’de neden gerillacılığın bir türlü tutunamadığını hatırlasınlar. »  (Yıl 1982-1983, Cephe, Aralık-Ocak sayısı) diyerek, “isyancılığın … gerillacılığın” neden tutmadığı konusunda ahkâm keseceksin, öte yandan başladık, başlayacağız, yakında başlıyoruz, hazırlıklarımız tamamlanmak üzere diye yalanlar söyleyeceksin, Türkiye sol hareketi içindeki tecrit durumundan, kurtulmak için zaman kazanacaksın. Kazanamadın, Mihrac Ural kazanamadın!..  

« … tespit edilen hedeflere hızla varıyoruz. Türkiye devrimci hareketinden soyutlanışımız sona eriyor. Çemberi kırdık. Oluktan boşalırcasına geliyoruz.” (Cephe, sayı 2. sayfa 8.) 

İnsanın çapı ile konumu arasındaki dengesizliğin dışa vurumdaki çirkinliğini bundan daha güzel anlatmak oldukça zordur.                   

PKK Genel Başkanı bütün bu soytarılıkların elbette farkındaydı. Bu nedenle, 1987 tarihinde “Şam Havalanı“nda meydana gelen bir olay üzerine, Mihrac Ural’ın etekleri tutuştu. PKK Genel Başkanı’nın da olayla ilgili bilgisi olduğunu yetkililere söylediği zaman “Abdullah Öcalan“nın, haklı olarak bunu kesinlikle reddederek, haberinin olmadığını ve  bu kişilerle (Mihrac’ı kastederek) böyle bir ilişkisinin bulunmadığını ilgililere aktararak, herşeyin farkında olduğunu, gösterdiği tepkiyle ortaya koymuştur. Hangi olaydan bahsettiğimi yazmayacağım, Mihrac çok iyi bilir. Ben bu olaydan bir gün sonra Paris’e geldim. Mihrac bir hafta sonra beni Suriye’den telefonla aradı, “Yoldaş gördün mü, ... bize ettiğini” diye dert yandı.  

Mihrac Ural’ın “kırdık“ dediği çemberi halâ kıramadığı anlaşılıyor. Bir yandan, “isyancılıgın ... proletaryanın leninizme yapacağı atağın yolunu nasıl kestiği”nden dem vuracaksın, öte yandan isyancıların gölgesinde “çember kırmaya” kalkışacaksın. Olacak şey mi bu!.. 

Yüreği ile dili  arasındaki çelişkiyi gizlemeye çalıştıkça battı, çevresi her geçen gün daralırken, insanlar birer ikişer üçer beşer ya da toplu olarak gerçek yüzünü ve çapsızlığını görerek kendisinden uzaklaşırken o haykırmaya devam etti. 

« ... örgütümüz hakkında atılan çamur ve karalamalara itibar etmeyeceğiz. Ayrıca devrimci kamuoyu bu tür karalamaları ciddiye almamıştır. … her zamanki gibi siyasi açıdan seviyesiz olanlar soruna ideolojik yaklaşma yerine karalamalara başvuracaklar. Bunun için de kimileri örgüt genel sekreterini hedef alacaklardır. » dedi. (Yıl 1982, Cephe, Temmuz-Ağustos sayısı) 

Olacakları önceden görerek tedbir almaya çalıştı, ama olmadı. Sıradan sempatizanları bile “bıyık altından” güldürecek kadar abartılar yaptı, boyundan büyük yalanlar attı.  

« … hareketimiz kim, sanat kim? Ama bugün değil. Dün. Bu konuda da Leninist atağımız önderliğe soyundu. Onlarca sanatçı yoldaş her alanda üretime geçti. Sanatçılar da kollarını sıvadı. Sanatta militanlar Leninist bayrağı kaptı. Sanat alanı savaş alanına dönecek. Dayanın yoldaşlar. » (Yıl 1982, Cephe,  Temmuz-Ağustos sayısı) 

İlkokul dördüncü sınıf seviyesinden daha düşük bu tanımlama Mihrac Ural’a aittir. Hadi diyelim başkaları bilmez, ama yanında bulunan üç beş kişi için çıkarttığın “CEPHE” dergisini  okuyanlar, bu tür saçmalıklarını okudukları zaman ne düşünmüşlerdir? Adama sormazlar mı, kim bu sanatçılar? Peki ne ürettiler bugüne kadar? Sanat adına iki satır yazı yazan var mı? Varsa, bir örnek vermen gerekmez mi? Sanat alanı nasıl savaş alanına döndürülecek? Leninist atak önderliğe nasıl soyundu? Hangi yoldaşın dayandı bu saçmalıklarına? İnsanları kendine güldürtmek  zorunda mısın?..

Mihrac Ural bu sorulara cevap veremez. O yüzden, ben vereyim bari. Saçmalıkları gören samimi unsurlar hızla bu adamdan uzaklaştığı için, bilgisiz beceriksiz çaresiz ve gidecek başka yeri olmayan, kendisi gibi Suriye’de evlenmek zorunda olan üç beş hemşehrisiyle bugün sersefil ortada kalmıştır.  “... Acilciler kim, gazete kim? Bunu soracak yığınla siyaset vardır.” diyor ve hemen cevap veriyor. 

« … ama bugün değil. Dün. Artık bu konuda da belirli adımlar attık. Yalnız adımlar mı  acaba? Hiçte öyle değil. Denilebilir ki, ülkede en düzenli en çok dağıtan gazette CEPHE’dir. CEPHE, elden ele dolaşmaya başladı. » (Yıl 1982, Cephe, Temmuz-Ağustos saysı)                 

Mihrac Ural’ın’in kim olduğunu, kime hizmet ettiğini, bundan önceki yazımda anlatmaya çalıştım. Bu kısa yazı onun çapsızlığını sahtekârlığını ve inanmadığı ve çoktan terk ettiği bir davayı savunuyormuş gibi yaptığını, kullandığı sokak diliyle kendini ele verdiğini, kendi yazdıklarıyla yaptıklarıyla gündeme getirmek ve gözler önüne sermek için yazıyorum. Bilenler zaten biliyor. Bilmeyenler için tekrar ediyorum. Mihrac'ın söylediklerinin hepsi yalan, yalan, yalan!.. 

Yıl 1983, Cephe,  sayı 21, Kasım sayısı:
  
« … eğitim kampları harıl harıl çalışmakta, yayınlarımızın dağıtımı sürekli ve anında yapılıyor. Cephe’mizin dağıtımını bizden olmayanlar da üstleniyor. Henüz doğrudan ilişkimiz olmayan alanlarda yayılıyor. … kendimizi tanıtma ve devrimi propaganda etme kampanyası açmış bulunuyoruz. Kimileri göstermiş olduğumuz ilgiye teşekkür ediyor. Olanaklarını örgütümüze açıyor, çeşitli örgütlerden militanlar ve sempatizanlar Leninist hattımızı benimseyerek örgütümüzün önderliğine giriyorlar. … AKP (Anadolu Komünist Partisi) devrimci miras üzerinde Leninist ölçütlerle inşa ediliyor. İşçi sınıfının sonuna değin tek devrimci sınıf olduğu bir an bile akıldan çıkartılmadan … Anadolu devriminin devrimci merkezi kuruluyor. »

THKP-C/Acilciler örgütünün oluşumuna gelişimine katkı yapmış, devrim ve sosyalizm mücadelesini örgütümüz çatısı altında sürdürmüş ya da sürdürmek için çaba sarfetmiş, orta-doğuda bu kişinin yanında yöresinde bulunmuş, yalanlarla oyalanmış kandırılmış, tasfiye çabaları karşısında “acaba yanılıyor muyum” diye kendinden bile şüphe ederek hoşgörü sınırlarını zorlamış ve sonunda örgütten ayrılmış olan yoldaşların, bu sahtekârlıklar karşısında söyleyecek sözü olmalı!.. 

Mihrac Ural’ın belgelerinden fotoğraflarından ve kararlarından bahsettiği “1.Kongre" delegelerinden yanında  kaç kişi veya kim kaldı dersiniz? Az önce bahsettiğim, kalmak zorunda olan iki ya da üç kişi dışında hiç kimse yoktur. Kongre delegeleriyle birlikte o kongrede seçilen “Merkez Komite” üyeleri bile örgütten ayrıldı. 

Pavyoncu Zafer’in MK üyeliğine inanmayın. O kişi günümüzden üç sene öncesine kadar, Mihrac’ın Suriye’den Paris’e gönderdiği yeğeni Tevfik ile bir süre tokatçılık yaptılar, en yakın arkadaşlarını dahi dolandılar. Dolandırıcılıktan “kazandıkları paraların” bölüşümü esnasında aralarında çıkan anlaşmazlık üzerine kavga ederek ayrıldılar. Tevfik, Paris’ten kaçtı. Zafer, herkesten uzak kendi dünyasına çekildi. Mihrac’ın yüzlerce bilimsel yazıya imza attığını söylediği Pavyoncu Zafer’in, mektup yazacak kapasitede  olmadığını herkes biliyor. Bırakınız yüzlerce yazıyı, bir tanesini göstersin, ben bütün bu iddialarımı geri alacağım. Zafer’in adın kullanarak Mihrac’ın yazdığı o derin yazıları yazıdan saymıyorum.

1.Kongre’de seçilmiş MK üyeleri olarak ben ve Ali Sönmez, Kongre’den sekiz ay sonra örgütten ayrıldık. Benimle birlikte, aralarında bir “MK yedek üyesi” de dahil, Marmara ve Ege bölge sorumluları ile Fransa’dan 50 kişilik bir grup TKEP (Türkiye Komünist Emek Partisi)’e katıldık. TKEP’e katılım sürecinde bizimle birlikte hareket eden ve daha sonra bana kendi evinde, Günay Karaca yoldaşa kurulan tuzağı ve Hanna Maptunoğlu’nun "arabasının freniyle oynayarak” öldürülmesindeki rolünü anlatan Ertan (Semir) ile ilşkimizi kestik. Ali  Sönmez, TKEP’e katlmadı. Elindeki belgeleri açıklayacağını söyleyerek Almanya’ya gitti. Bugüne kadar hiçbir şey açıklamadı. 

Salih, ayrılık sürecinde hep ikili oynadı. Fransa’ya geldiğim zaman sürekli konuştuk, tartıştık. Söylenen her şeyi kabul ediyordu. Örgütümüzün Suriye kolunu ihrac etmek üzere hazırlayıp kendisine verdiğim yazıyı incelemek üzere aldıktan sonra Mihrac’a faksladığını, Mihrac’ın apar topar Paris’e gelmesi üzerine  öğrendim. Salih’in ikili tavrı üzerine, MK çoğunluğunu sağlayamadığımız için, Mihrac Ural ve ekibinin örgütümüzden ihracını gerçekleştiremedik. Bu olaydan sonra, Salih bir süre daha Mihrac’ın dümensuyunda hareket etti. Libya sorumlumuz Sami’nin, Mihrac ve ekibi tarafından Suriye’de öldürümesinı onaylamadığı halde örgütten kalmaya devam etti. Son olarak, MK yedek üyesi Yusuf (Zihni Alan)’un bizzat Mihrac tarafından öldürümesi  üzerine, “... THKP-C/Acilciler örgütüyle artık hiçbir ilişkim yoktur.”  diye kısa bir açıklama yaparak ayrıldı. Salih’in örgütten ayrılması üzerine, “bizimle birlikte hareket etmekten son anda niçin vazgeçtiğini” sordum. Cevap olarak, “Size güvenemedim. Örgütün düzeltilebileceğini sanıyordum. Yanılmışım!..” dedi.   

Haydar Yılmaz idam hükümlüsü olarak Çanakkale Cezaevi’nden firar etti. Avrupa’ya çıkışından kısa bir süre sonra Mihrac Ural ile yollarını ayırdı. Mihrac Ural bugüne kadar hep yalan söyledi, ikili oynadı, gerçek yüzünü ve asıl amacını gizledi. Suriye’ye çıktıktan sonra, devrim ve sosyalizm mücadelesine sırt çevirdi. Bir yandan “silahlı mücadele“ dedi, öte yandan silahlı mücadeleyi, isyancılığı, gerillacılığı, alnımıza yazılmış kara leke olarak gösterdi ve terketmenin erdemlerinden bahsetti. Ülkedeki devrim mücadelesine hazırlık için geri cephe olarak adlandırdığı Suriye’de kurumsallaşmanın öneminden dem vurdu. Kurumsallaşma adına örgütümüzün tüm maddi olanaklarını eşinin ve baldızının üzerine tapulayarak kendi geleceğinin alt yapısını sağlamlaştırdı. Yoldaşlarımızın hayatı pahasına yarattığı maddi değerlerin üzerine yattı. Suriye’de tarla, fırın, lokanta ve değişik şehirlerde evler aldı. Silahlı mücadele örgütü PKK ile hep dost ve temel ittifak gücü olduğunu belirten palavralar attı. 

1.Kongre’den hemen sonra, MK’nin birinci toplantısında aldığı ilk olarak, «Örgütümüzün Suriye’de bulunan taşınmaz mallarının derhal satılması » kararını aldık. Benim, Ali Sönmez’in ve Salih’in “evet“ oyuna karşı, Mihrac’ın ve Zafer’in karşı çıkmasıyla, 3-2 çoğunlukla aldığmız bu kararın gerekçesi suydu. Örgütümüzün, Suriye’nin değişik şehirlerinde bulunan taşınmaz malları (lokantalar, apartman daireleri, tarlalar, fırın, demir doğrama ve boya atölyesi ile birlikte, Mihrac’ın hanımında bulunan altınları) bir an önce satılarak, elde edilen parayı Türkiye’ye gönderilen ve gönderilecek olan yoldaşların hareket kabiliyetlerini kolaylaştırmaya yönelik amaçlar için kullanmak. 

Mihrac Ural bu kararı kabul etmedi. “Alınan bu kararın kendisine karşı güvensizlik anlamına gelmediği, örgütümüz yarattığı değerlerin kendi eşinin ve baldızının adına kayıtlı olmasının da birtakim sakıncaları ve riskleri olduğunu, kendisine herhangi bir şey olması durumunda Suriye vatandaşı olan eşinden ve baldızından hiçbir hak iddia edecek durumda olmadığımızı” belirtmeyi  de ihmal etmedik.  

Aldığımız bu karar biz Avrupa’ya çıktıktan sonra unutuldu. Tüm ısrarlarımıza rağmen uygulanmadı. Sonradan anlaşıldı ki, taşınmaz mallarımızın bir kısmı zaten satılamazmış, satılmasi kanunen yasakmış. Mihrac Ural’ın örgüt bütçesinden yüklü miktarda  ödeme yaparak aldığı Lattakiye’deki apartman dairesinin satışı yapılamazmış. Savaşta şehit düşenlerin eşine devlet tarafından satılamaz kaydıyla bir apartman dairesi veriliyormuş. Dul kalan eş yeniden evlenirse bu daire elinden alınıyormuş. Şehit eşine verilen apartman dairesinin alımı satımı yapılamıyormuş. Bu nedenle, Mihrac’ın baldızına ödenen örgüt parasını bir daha almak mümkün olmadı. Yoldaşlarımızın hayatın riske ederek yaptıkları kamulaştırma eylemlerinden elde edilen paraların kimlere peşkeş çekildiği de böylelikle açığa çıkmış oldu. Öte yandan, Mihrac’ın Türkiye’deki babasına gönderdiği “hediye” paketini götüren sempatizan arkadaşın polis tarafından yakalanması üzerine hediye olduğu söylenen şeyin aslında “yüklü miktarda altın” olduğu anlaşılmış. 

Mihrac Ural yaptığı bu hokkabazlıkları bilenleri yanında yöresinde tutmak için her yolu denedi. Benim gibi, Ali Sönmez gibi, çok şey bilenlere, ayrılmaları halinde bile konuşmamaları karşılığında para teklif etti. Ayrılanları ikna etmek için her türlü tavizi vermeye hazır olduğunu belirti. İkna olmayanları polis veya "MİT ajanı!.." olmakla suçladı. Yusuf gibi herşeyi başından beri bilenler kendinden ayrılır ayrılmaz “MİT ajanı!..“ oldu ve öldürüldü. Kendisini terketmek üzere olan Libya sorumlusu Sami (Gökhan Sac) yoldaşımız “Toplantı yapacağız!..“ bahanesiyle Libya’dan Suriye’ye getirildi ve ”MİT ajanı!..” olduğu iddiasıyla elleri ayakları bağlanıp denize atıldı. 

Kayserili Hasan (Aleattin Özden), benim ayrıldığım dönemde Mihrac ile birlikte Suriye’den Fransa’ya gelenler arasındaydı. “Fransa sorumlusu” ilan edilerek diğer örgütlerle görüşmeler yapmakla görevlendirildi. Oyun’du tabi. Hasan’ı defalarca uyardım. Hasan yapma, iyi düşün, bu adamın çevresinde üç beş Hataylı dışında kimse kalmadı. “İşte bakın, ayrılanlar bizim Hataylılardan ibaret  olduğumuzu süylüyorlar, Fransa sorumlumuz arap değil!..” diyebilmek için seni bir süre kullanacak, dedim. İkna edemedim. On sene hapis yatmış ve ağır işkenceler görmüş olan Kayserili Hasan da bir süre sonra “karanlık adam” ilan edildi.   

Yıl 1993, Cephe dergisi, sayı 66, Kasım sayısı :
  
« ... YUSUF (zihni Alan) adlı bir haini parayla satın alıp kışkırtmaları ardından hakettiği sonuçla karşılaşmasının sorumluları kendileridir. Sonuçta cezasını çekmekten kurtulamayan provakatörün ardılı olan bir soysuzu Paris’te şu ana kadar koyunlarında, örgütümüze karşı beslemeye devam ediyorlar. Yaptığı işler ile tasfiyeci çabaları polisiye tarzda sürdüren HASAN (Aleattin Özden) adlı karanlık kişiyi, halâ ne amaçla besledikleri belli değildir... » 
   
Açıkça görülüyor ki, düşünce ile eylem arasındaki tutarsızlık, kapasite ile konum arasındaki büyük uçuruma karşınn, yoldaşlarına yönelik  kumpas kurmadaki ustalık bir noktada kesiştiğinde ortaya çıkan sonuç, tam bir fiyasko oluyor. Mihrac Ural adlı hainin sonu da tam bir fiyasko olmuştur. Mihrac Ural, THKP-C/Acilciler örgütünün tarihinde bir kara leke, kendi yoldaşlarına ve davasına ihanet eden bir haindir. Mihrac Ural gerçeğini tam olarak anlamak için, Suriye’ye gerçeğine bakmak gerek!.. 


 5 Ocak 2009