Nebil Rahoma yoldaşımızı Türkiye’de 1980’den önce sol hareket içinde yer almış devrimci militanların pek çoğu bilirler. Birlikte hapis yatmış ya da mücadele içinde tanışmış olabilirler. Nebil Rahoma’nın ölümünün üzerinden 28 yıl geçti. 12 Eylül öncesi dönemin sol hareketinin ürettiği olumsuzlukların Nebil gibi gözü pek bir militana ulaşacağını hiç kimse tahmin edemezdi. İşte o kahredici kariyerizm ve karanlık ilişkiler yumağında ölümün soğuk yüzü Nebil’e kadar ulaştı. Nebil Rahoma kendi arkadaşları tarafindan öldürüldü.
Nebil Rahoma’yı 1977 yılının Ağustos ayında bir eylem öncesi akşamında İstanbul’da Taksim civarında tanıdım. Sabah yapılacak kamulaştırma eylemi için akşam, Engin Erkiner, Ali Sönmez, Nebil Rahoma ve ben örgüt evinde toplandık. Nebil’in bir yandan bize çay yapması ve diğer yandan konuşmaları dikkatlice dinlemesi dikkatimi çekti. Engin Erkiner’e yavaşça, “Bu kim? Herşeyi duyuyor!..” diye sorduğumda, aldığım yanıt “Eylem kadrosundadır, yarınki eylemi birlikte yapacağız!..” oldu. Gerçekten de birgün sonraki eylemde son derece soğukkanlı ve seri hareketlerle verilen görevi eksiksiz yaptığını gördüm. Eylemden sonra çok geçmeden biz yakalandık ama günlerce takip edilmemize ve bütün hücre evlerimizin önceden polis tarafından tesbit edilmesine rağmen Nebil yakalanmadı. Gittiği her iki evin de basılmasına rağmen polis çemberini aşarak kurtuldu. Bizden sonra da eylemlerine aralıksız devam etti. THKP-C/Acilciler örgütünün İstanbul’daki tüm eylemlerinde yer aldı. Başkaları gibi arandığını ileri sürüp geri adım atmadı.
Nebil bizden bir süre sonra yakalandı. İstanbul’da Sağmalcılar Cezaevi’nde yatarken, İstanbul Vatan Mühendislik Mimarlık Yüksek Okulu öğrencileri arasında çıkan kavgada aralarında Bedri Yağan’nın da bulunduğu 40 civarında devrimci öğrenci tutuklandı. Bu öğrenci grubunun kısa süre sonra topluca tahliye edilmesi üzerine, Bedri Yağan aynı koğuşta kaldıkları Nebil’e “Ben senin yerine hapiste kalayım, sen benim adımı kullanarak benim yerine çık git!..“ dedi. Bu teklif değerlendirildi. Sağmalcılar Cezaevi’nden firar edildi. Nebil, TİKKO davasından Hacı Demirkaya isimli başka bir devrimciyle beraber ve kendi yerlerine bıraktıkları iki kişinin kimliğini kullanarak cezaevi dışına çıkınca kapıda bekleyen polis ekibinin kendilerini beklediğini gördü. O gün yaşadıklarını gülerek anlattı. « Sağmalcılar Cezaevi’nin nizamiye kapısından çıktık, bir de ne görelim, bir polis arabası kapıda bizi bekliyor. TİKKO’cu Hacı’ya “Eyvah, bizi tanıdılar!..“ dedim. Yanlarına gelince, “Çabuk arabaya binin!..” dediler. Mecburen bindik. Araba hareket etti. Hiç kimse konuşmuyordu. Biz Gayrettepe’ye götürüldüğümüzü sanarken, araba Aksaray’da durdu. Polislerden biri kapıyı açtı, “Hadi atlayın bakalım, geçmiş olsun. Şimdi doğru okullarınıza!..” dedi. Çok şaşırdık!.. »
Türkiye’de, özellikle de 12 Eylül öncesi dönemin sol grupları arasınd anlamsız rekabetlerin kıran kırana devam ettiği bir ortamda, bir başka devrimci örgütün taraftarının Nebil Rahoma için gösterdiği devrimci dayanışma ve fedakârlık, Nebil’in kişiliğine ve hapishanedeki örnek devrimci tavırlarına karşı gösterilmiş saygının sonucuydu. Nebil Rahoma hapisten kaçtıktan sonra örgütümüzün sempatizanlarından oluşturduğu eylem kadrosuyla mücadeleye devam etti. Girdiği bir silahlı çatışmada yaralandı ve yakalandı. Sağmalcılar serüveni yeniden başladı.
Nebil Rahoma ile ikinci kez karşılaşmam ve Filistinli gerillaların Sağmalcılar Cezaevi’nden firar olayı ...
Nebil, polisle girdiği silahlı çatışma sonucu yaralı olarak yeniden Sağmalcılar hapishanesine konulduğu zaman ben Isparta’dan Amasya Kapalı Cezaevi’ne sürgün edilmiştim. Kısa süre sonra, Amasya’dan Sağmalcılar’a gönderildim. Nebil Rahoma ile tekrar karşılaştık. Firar etmek ve dışardaki sıcak mücadelenin içinde yer almak onun tek düşüncesiydi. “Nasıl olursa olsun mutlaka bir an önce bu duvarların ötesine geçmeliyiz!..“ diyordu. Aynı hapishanenin turist koğuşunda kalan ve Yeşilköy Havaalanı baskını davasında mübebbet hapis cezası almış olan iki Filistinli gerilla ile arası çok iyiydi . Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC) gerillası Mehdi Munammed ve Hüseyin’le beni tanıştırdı. Çok iyi Türkçe konuşan bu iki Filistinli gerilla ile nasıl firar edeceğimiz konusunda birçok olasılığı değerlendirmeye başladık. İlk girişimimiz, tünel kazarak kaçmak fikri, suya düştü. Sağmalcılar siyasi koğuşunun havalandırma bölümünde bulunan kanalizasyon kapaklarını açarak içine girdik ve üç ayda 30 metreden fazla tünel kazdık. Ama kazdığımız tünel firar edeceğimiz günün akşamında tesadüfen ortaya çıktı. İkinci olasılık çok riskliydi. Filistinli iki gerillayı kaçırmak için önemli bir gerilla grubu Filistin’den Türkiye’ye gelmişti. Ziyarette bize anlattıkları ve fikrimizi sordukları plan şöyleydi: Belirlenen gün ve saatte Sağmalcılar Cezaevi’nde bizim bulunduğumuz koğuşun duvarına roket mermisi firlatılacak ve merminin açacağı delikten biz (Mehdi Muhammed, Hüseyin, Nebil ve ben) hemen geçerek hazır bekleyen arabaya bineceğiz ve olay yerinden uzaklasacağız. Roket fırlatılmasıyla birlikte cezaevi civarında bulunan tüm jandarma kulübeleri Filistinli gerillalar tarafından ateş altına alınacağı için çıkmamız kolay olacak. Bizden talep ettikleri tek şey, bu eylemi biz kaçtıktan sonra THKP-C/Acilciler’in üstlenmesiydi. Filistinli olarak adlarının bu eyleme karışmasını istemiyorlardı. Türkiye ile Filistinli örgütler arasındaki iyi ilişkilerin bozulmasını istemediklerini söylüyorlardı. Ben ve Nebil ilke olarak buna itiraz etmedik, hatta Nebil hemen harekete geçilmesi taraftarıydı. Beni düşündüren, bu eylemin ardından örgütümüze yöneleceği kesin olan yoğun baskının altından kalkıp kalkamayacağımızdı. Nebil’e “Düşünelim!..“ dedim ve “Aklımda olan başka bir öneriyi deneyelim, eğer o da olmazsa, son çare olarak bu öneriyi kabul edelim!..“ dedim.
Başarıyla sonuçlanan üçüncü öneri, ziyaret esnasında dışardan getirilecek testerelerle görüş kabininin demirini keserek ziyaretçiler arasına karışıp gitmekti. Düşündüğümüz gibi oldu. Ziyaret günü sabahı Filistinli iki gerillanın saçları traş edildi ve uzun yıllar birlikte aynı koğuşta kaldıkları arkadaşları bile traş edildikten sonra onları tanıyamadı. Ziyaretimize o zaman örgütümüzün İstanbul yöneticilerinden Ahmet Ziya Erdönmez geldi. Ziya önceden herşeyi hazırladığı için ziyaret kabinindeki demiri kesmek uzun sürmedi. Önce iki Filistinliyi çıkarttık, ardından ben çıktım. Benden sonra Nebil’in çıkması gerekirken, Devrimci Sol davasından hapis yatan İbrahim İlci “Önce ben çıkayım!..” diye ısrar etmiş. Bu nedenle aralarında münakaşa çıkmış. Nebil’in gecikmesi üzerine, Filistinlilere dışarda bekleyen arabaya gitmelerini söyleyerek Nebil’u almak için yeniden hapishaneye döndüm. O sırada firar girişimi haberini alan idare alarma bastı. Nebil içeriye kaçtı, ben cezaevinin bahçesine çıktım. Alarm üzerine jandarma cezaevini kuşattı. Beni tanıdılar ve teslim olmamı istediler. Ellerimi havaya kaldırmamı isteyen jandarmaların bağrışmaları arasında, ellerimi havaya kaldırarak karşıda arabada beni gören Filistinlilere ellerimi sallayarak gitmelerini işaret ettim. Filistinli iki gerilla kaçtı. Nebil içeriye koğuşa gitti. İbrahim İlci’yle ben bahçede yakalandık. İstanbul Alay Komutanı’nın gözetiminde işkenceye alındığımda İsrail’in İstanbul Başkonsolusu bizi görmek için cezaevine geldi. Nebil Rahoma’yı da koğuştan alarak işkence etmek istediler ama cezaevindeki devrimciler Nebil’i vermediler. Bu olaydan sonra yine ayrıldık. Ben İstanbul Toptaşı Cezaevi’ne gönderildim. Nebil, Niğde Kapalı Cezaevi’ne sürgün edildi.
Bu konuda daha sonra bazı spekülasyonların yapıldığını duydum. Örneğin, Recep Maraşlı bir yazısında Filistinlilerin firarından bahsederken, “Firar eyleminde cezaevi idaresinin parmağı vardı. İbrahim Yalçın’ın sözlerinden de bu anlaşılıyor” diye bir cümle geçiyor. Kesinlikle böyle birşey yok. Şöyle birşey var. Ben yakalandığım zaman, polis beni Gayrettepe’de sorgulamak istiyordu, jandarma ise İstanbul Alay Komutanlığı’na götürmek ve sorgulamayı orada kendisi yapmak istiyordu. Ben bir ara cezaevi savcısıyla odasında yalnız kaldım ve savcıya “Eğer beni bunların eline verirsen, firarda savcının da haberin vardı derim, beni bunlara verme!..” dedim. Sanırım bu tehdit etkili olmuş olmalı ki, Savcı “Cezaevi sınırları dışına çıkmamıştır!..” diyerek, sorgumun cezaevinde yapılması gerektiğini söyleyerek, beni polise ve jandarmaya vermedi. Recep Maraşlı ile sohbetlerimizde bunu söylemiş olabilirim ve Recep bunu anlattığı gibi yanlış anlamış olabilir. Olayın aslı esası budur.
Nebil Rahoma THKP-C/Acilciler’den neden ayrıldı?..
Nebil Rahoma, Niğde Kapalı Cezaevi’nde fazla kalmadı, kısa süre sonra firar etti ve yeniden sıcak mücadelenin içinde yer aldı. Daha sonra bana anlattıklarından, bu dönemde Filistin’e gittiğini, orada hapishaneden kaçırdığımız Filistinli gerillalarla karşılaştığını, onlardan çok yardım ve destek gördüğünü, Filistinlilerle birlikte İsrail’de intihar eylemine gittiğini ve sağ salim tekrar kampa döndüğünü biliyorum. Filistin’de MLSPB’den Hasan Şensoy’la karşılaştıklarını ve uzun uzun sohbet ettiklerini, Acilciler’in MLSPB’nin ve Çayan Sempatizanları’nın birleştirilmesi üzerine konuştuklarını da bana anlattıklarından biliyorum.
1979’un Aralık ayında hapisten tahliye oldum. Benim tahliyemden bir gün sonra, örgütümüze yönelik yeni bir operasyon başladı. Haydar Yılmaz yoldaş yakalandı. Haydar Yılmaz’ın yakalandığını Nebil, Filistin’den Türkiye’ye dönerken Bulgaristan üzerinde uçakta öğrenmiş. Nebil’le İstanbul “Yeni Bosna”da ikimizin de çok iyi bildiği eski bir ilişki evinde karşılaştık. İlk sözü, “Haydar’ın yakalandığını uçakta öğrendim!..” oldu. “Cezaevini basıp Haydar’ı kurtaralım!..” dedi. Oysa ben, Nebil’le başka şeyler konuşmak istiyordum. Örgütümüzde ayrılık vardı ve bu ayrılıkta Nebil’in de HDÖ adını kullanan arkadaşlardan yana tavır aldığını duymuştum, doğruluğunu ve nedenlerini konuşmak istiyordum. Nebil hep gülerdi, gözlerime baktı ve yine güldü. “Evet...“ dedi “HDÖ - Halkın Devrimci Öncüleri’yle birlikte hareket ediyorum. Mihrac’dan sürekli haber geliyor ama ben onunla birlikte olmak istemiyorum. Yoldaş siz, Mihrac’ı tanımıyorsunuz. Bu adamla bir yere gidilmez ve bundan hiçbir şey olmaz!..” diye devam etti. Çok uzun konuştuk. Kesin kararlıydı, cebinden bir kaset çıkarttı, “Bu kasedi Mihrac’a ver, herşeyi anlattım orada!..” dedi. Kasedi bana verdi. Bana verilen kasedi dinleme ihtiyacı duymadım. İçinde neler olduğunu konuşmalarımız sırasında söylemişti zaten. Kasedi bir hafta sonra, ziyarete gittiğimde, o sırada Adıyaman Kapalı Cezaevi’nde yatan Mihrac Ural’a verdim. Mihrac Ural o kasette kendisine neler söylendiğini biliyor. Bu olayı şu nedenle açıklama gereği duydum. Kimileri olayı yine bu pislik adama getirip bağladı diyebilir. Söylediğim herşeyin arkasındayım. Mihrac’ın Nebil Rahoma’yı zoraki anmaların dışında anmayışının nedeni nedir?.. Neden, işte bu kasettir!..
Nebil, bu pisliğin gerçek yüzünü hepimizden önce gördü. Hiç konuşmayan, mütevazi ve son derece terbiyeli bir yapıya sahip olan, ülkemizin az sayıda yetiştirdiği idealist devrimcilerden biri olduğuna inandığım Nebil yoldaş, Mihrac Ural soytarısının içimizdeki hain olduğunu biliyordu. Nebil Rahoma, örgütümüzden ayrılmış olmasına rağmen aramızdaki ilişki hep yoldaşça sürdü. Ayni örgütteymişiz gibi birbirimizi sürekli gördük, birbirimize sırlarımızı anlattık, akıl fikir eylem birliği yaptık!..
Nebil Rahoma neden öldürüldü?..
Örgütümüzden ayrılmış olmasına rağmen, Nebil’in bizden kopmadığını çok iyi bilenlerdenim. Ayrılıktan sonra ilişkilerimizin hep sıcak kalmasının nedeni de zaten bu arkadaşlık yoldaşlık bağlarıydı. Nebil, Acilciler örgütünden ayrılmadı, Mihrac Ural adlı hainle aynı çatı altında olmamak için HDÖ saflarında kaldı. Nebil’le son görüşmemiz yine “Yeni Bosna“da oldu. 12 Eylül’ün en azgın günleriydi. Engin Erkiner ve Ali Sönmez hapisten firar etmişlerdi. Ali’yi Adana’ya yolladım. Engin, Yeni Bosna’ya yakın bir evde kalıyordu. Paramız yoktu, maddi sıkıntı içindeydik. Tam bu sırada Kartal Maltepe’de iki kuyumcunun aynı anda soyulduğunu ve 15 kilo altın alındığını öğrendik. Eylemin yapılış biçimi bize hiç de yabancı gelmedi. Bu eylemi HDÖ’lü arkadaşlar yapmış olabilirdi. Nebil’i ilk gördüğümde, “Bunu siz mi yaptınız?..“ diye sordum. Güldü ve “Evet!..“ dedi. Paraya ihtiyacım olduğunu söyledim. Hiç düşünmeden “Ziya’nın evinde bir miktar altın var, söyleyeyim getirsin.. Eğer çok paraya ihtiyacınız var varsa, bizde iyi bir istihbarat var, onu size vereyim siz yapın. Kadro eksiğiniz varsa, isterseniz, ben de sizinle bu eyleme gireyim!..” dedi. Belirlediğimiz günde ve saatte Ziya Erdönmez bir kese kâğıdı içinde iki kg kadar altın getirdi verdi bana. Nebil için önemli olan, THKP-C ideolojisini savunan bütün grupların birlikte hareket etmesiydi. Ali Çakmaklı olayını konuştuğumuzda, Mihrac’a karşı öfkesi açıkça belli oluyordu. “Ali’ye karşılık Mihrac’ı cezalandırmak isteyenleri zor zaptediyoruz!..” dediğinde, kendisine bu olayı tasvip etmediğimi ve bu nedenle Ali Çakmaklı hakkında yazılan “Karanlık Adam“ başlıklı bildiriyi İstanbul’da dağıttırmadığımı söyledim. Gerçekten de dağıttırmadım, çünkü iddia edilen şeylerin hiçbiri tutarlı değildi. Ali Çakmaklı da Nebil Rahoma gibi Acilciler’den ayrılarak HDÖ saflarında yer almıştı. Bulunduğu bölgede sevilen sayılan ve sözü dinlenen biri olması, teorik seviyesi bulunduğu bölge ortalamasının hayli üzerine çıkması Mihrac’ı korkutuyordu. Aradan yıllar geçtikten sonra Mihrac bunu itiraf etti. Nebil Rahoma hiçbir yoldaşının burnunun kanamasını bile istemezken, yoldaş bildikleri tarafından kendisine kurulan tuzaklardan elbette habersizdi. Yoldaşlarına karşı tuzak kurmayı bırakın, hiçbir devrimciye en küçük zarar gelmemesi için kendisini göz göre riske atmaktan çekinmiyordu. Nebil Rahoma’nın bizlerle bu kadar samimi olması ve dayanışma amacıyla Ziya Erdönmez vasıtasıyla bize altın göndermesi gerekçesiyle tutuklanması, bir takım ipe sapa gelmez uyduruk iddialar bahane edilerek başına kurşun sıkılması, aslında sadece Nebil’e değil, devrim ve sosyalizm uğruna mücadele edenlerin kalbine kurşun sıkmak anlamına geliyor. Nebil Rahoma’yı tutuklayanlar, gece kaçması için ellerini gevşek bağlamışlar. Buna rağmen, “Kaçmamı beklemeyin, ya beni öldürürsünüz ya da bu suçlamaları çeker özür dilersiniz!..” diyerek dik durmuş. Nebil’i kurşunlayan hainler, kurşunladıktan sonra, başında oturup ağlamışlar.
Nebil Rahoma neden öldürüldü?..
Örgütümüzden ayrılmış olmasına rağmen, Nebil’in bizden kopmadığını çok iyi bilenlerdenim. Ayrılıktan sonra ilişkilerimizin hep sıcak kalmasının nedeni de zaten bu arkadaşlık yoldaşlık bağlarıydı. Nebil, Acilciler örgütünden ayrılmadı, Mihrac Ural adlı hainle aynı çatı altında olmamak için HDÖ saflarında kaldı. Nebil’le son görüşmemiz yine “Yeni Bosna“da oldu. 12 Eylül’ün en azgın günleriydi. Engin Erkiner ve Ali Sönmez hapisten firar etmişlerdi. Ali’yi Adana’ya yolladım. Engin, Yeni Bosna’ya yakın bir evde kalıyordu. Paramız yoktu, maddi sıkıntı içindeydik. Tam bu sırada Kartal Maltepe’de iki kuyumcunun aynı anda soyulduğunu ve 15 kilo altın alındığını öğrendik. Eylemin yapılış biçimi bize hiç de yabancı gelmedi. Bu eylemi HDÖ’lü arkadaşlar yapmış olabilirdi. Nebil’i ilk gördüğümde, “Bunu siz mi yaptınız?..“ diye sordum. Güldü ve “Evet!..“ dedi. Paraya ihtiyacım olduğunu söyledim. Hiç düşünmeden “Ziya’nın evinde bir miktar altın var, söyleyeyim getirsin.. Eğer çok paraya ihtiyacınız var varsa, bizde iyi bir istihbarat var, onu size vereyim siz yapın. Kadro eksiğiniz varsa, isterseniz, ben de sizinle bu eyleme gireyim!..” dedi. Belirlediğimiz günde ve saatte Ziya Erdönmez bir kese kâğıdı içinde iki kg kadar altın getirdi verdi bana. Nebil için önemli olan, THKP-C ideolojisini savunan bütün grupların birlikte hareket etmesiydi. Ali Çakmaklı olayını konuştuğumuzda, Mihrac’a karşı öfkesi açıkça belli oluyordu. “Ali’ye karşılık Mihrac’ı cezalandırmak isteyenleri zor zaptediyoruz!..” dediğinde, kendisine bu olayı tasvip etmediğimi ve bu nedenle Ali Çakmaklı hakkında yazılan “Karanlık Adam“ başlıklı bildiriyi İstanbul’da dağıttırmadığımı söyledim. Gerçekten de dağıttırmadım, çünkü iddia edilen şeylerin hiçbiri tutarlı değildi. Ali Çakmaklı da Nebil Rahoma gibi Acilciler’den ayrılarak HDÖ saflarında yer almıştı. Bulunduğu bölgede sevilen sayılan ve sözü dinlenen biri olması, teorik seviyesi bulunduğu bölge ortalamasının hayli üzerine çıkması Mihrac’ı korkutuyordu. Aradan yıllar geçtikten sonra Mihrac bunu itiraf etti. Nebil Rahoma hiçbir yoldaşının burnunun kanamasını bile istemezken, yoldaş bildikleri tarafından kendisine kurulan tuzaklardan elbette habersizdi. Yoldaşlarına karşı tuzak kurmayı bırakın, hiçbir devrimciye en küçük zarar gelmemesi için kendisini göz göre riske atmaktan çekinmiyordu. Nebil Rahoma’nın bizlerle bu kadar samimi olması ve dayanışma amacıyla Ziya Erdönmez vasıtasıyla bize altın göndermesi gerekçesiyle tutuklanması, bir takım ipe sapa gelmez uyduruk iddialar bahane edilerek başına kurşun sıkılması, aslında sadece Nebil’e değil, devrim ve sosyalizm uğruna mücadele edenlerin kalbine kurşun sıkmak anlamına geliyor. Nebil Rahoma’yı tutuklayanlar, gece kaçması için ellerini gevşek bağlamışlar. Buna rağmen, “Kaçmamı beklemeyin, ya beni öldürürsünüz ya da bu suçlamaları çeker özür dilersiniz!..” diyerek dik durmuş. Nebil’i kurşunlayan hainler, kurşunladıktan sonra, başında oturup ağlamışlar.
Nebil Rahoma öldürüldükten sonra yakalanan arkadaşları, Kartal Maltepe’de soyulan kuyumcu dükkânındaki altınları Nebil’in bana verdiğini polise söylemisler. Cezaevi’nden alınarak sorguya götürüldüğümde beni sorgulayan polis şefinin söyledikleri çok anlamlıydı. “İçinizde doğru dürüst yiğit bir delikanlı Nebil vardı, onu da kendi ellerinizle öldürdünüz!..” dedi. Düşmanın bile saygıyla andığı bu yiğit devrimci yoldaşımın anısı önünde saygıyla eğiliyorum. Onu hiç unutmadım, unutmayacağım.
Küçük bir not : Nebil Rahoma’nın ölüm emrini veren M.Özer isimli hain şu anda nerede ne iş yapıyor, bilen var mı? Nerede olduğunu ve ne iş yaptığını kimse bilmiyor. Bilinen, Nebil’in ölüm emrini vermekle asıl görevini yaptığıdır ve bu hesabın birgün mutlaka sorulacağıdır!..