İbrahim Yalçın
Türkiye Halk Kurtuluş Partisi - Cephesi (Acilciler) örgütüne belli bir döneminde sızmış olan Mihrac Ural adlı soytarı son günlerde internet sitelerinde boy gösteriyor. İnternet ortamının yarattığı imkânları kullanarak bir kere daha devrimcilerin arasına karışmak istiyor. Yaptığı sahtekârlıkların hesabının sorulmayacağını sanıyor.
Turkiye Halk Kurtuluş Partisi - Cephesi (Acilciler) örgütünün tüm devrimci değerlerini kirletmesi ve Suriyeli yoldaşlarına peşkeş çekmesi yetmiyormuş gibi, kendisini çoktan terketmiş olan ve devrimci özünü korumaya devam eden eski yoldaşlarını karalıyor. Onları devrim ve demokrasi mücadelesinden soğutmaya çalışıyor. Yaptığı ihanetin gizli kalacağını, kendi tabiriyle “kıracağını” sanıyor. Örgütümüzün sempatizanı militanı ya da yöneticisi olmuş yoldaşlarımızdan bir tek kişi dahi bugün bu soytarı ile birlikte değildir. Onu işlediği suçlarıyla birlikte tek başına bırakmıştır. Bu durum, herşeyi açıklamaya yeter de artar bile.
Acilciler örgütünün tamamının da bildiği gibi, Mihrac Ural adlı hain, 12 Eylül 1980’den az önce Suriye’ye geçmiştir. Suriye’nin kendine özgü koşullarında bir yer edinmiştir. Türkiye’de barınma imkânı ortadan kalkan örgütümüzün militan ve sempatizanlarının da bu alana gelmesiyle ya da getirilmesiyle Suriye’de ciddi bir devrimci potansiyel oluşmuştur.
Deniz Gezmiş’lerden Mahir Çayan’lara kadar, devrimci hareketimizin yabancı olmadığı bu alana gidenlerin amacı bellidir. Orta-doğuda mazlum filistin halkıyla dayanışma yapmak, ilerici devrimci filistin örgütlerinin savaş tecrübelerinden yararlanmak, askeri ve siyasi yeteneklerini geliştirip yurda dönmek, devrim ve sosyalizm mücadelesine daha donanımlı katılmaktır.
Türkiye’den orta-doğuya giden Türkiyeli tüm devrimcilerin olduğu gibi, örgütümüz militanlarının da asıl amacı böyleydi. Ama orada yaşananlar, örgütümüz açısından hedeflenen amaçlara hizmet etmediği gibi, örgütsel yapımızın tasfiye edilerek istihbarat örgütlerine peşkeş çekilmesini ve bambaşka amaçların gerçekleşmesini sağlamıştır.
THKP-C (Acilciler) örgütü nasıl tasfiye edildi?..
12 Mart 1971 sonrası dönemin hemen akabinde, mevcut durum tespitinden hareketle tek başına devrimci şiddet yöntemini kullanma kararı alarak harekete geçen örgütümüz, doğal olarak ağır darbelere de maruz kalmıştır. Malatya Beylerdesi’nde iki yöneticisini ve bir militanını kaybeden örgütümüz, bu ağır darbenin yaralarını sarmaya uğraşırken, 1977 yılının Ağustos ayında ikinci bir darbe daha yemiş ve birçok militanıyla bazı yöneticilerini kaybetmiştir. Militan kadrosunun ve yöneticilerinin tutuklanarak zindanlara hapsedildiği bu süreçte başlayan örgütiçi ideolojik tartışmalar, Halkın Devrimci Öncüleri ayrılığına ve örgütsel yapıda yönetici boşluğuna yol açmıştır. Polis operasyonlarının ve yaşanan ideolojik ayrışmaların örgütsel yapıda yaratmış olduğu bu boşluk, bu dönemde örgütümüzün Antakya sorumlusu olan Mihrac Ural adlı soytarı için beklenmedik bir firsata dönüşmüştür.
Darbe yenilen bölgelere kendi yakın çevresini ve sempatizan düzeyindeki akrabalarını sorumlu olarak atamayla işe başlayan bu şahıs, Hatay’daki örgütlenmeyi bire bin katıp örgüt içine yönelik yoğun propaganda yaparak kendini kabul ettirmeye özellikle önem vermiştir. Bu konuda başarılı da olmuştur. 12 Eylül darbesinden az önce Adana Kapalı Cezaevi’nden firar ederek hemen Suriye’ye geçmiştir.
Mihrac Ural’ın kısa bir süre önce Türkiye sorumlusu olarak atadığı Tacettin Sarı’nın da hiç kimseye bilgi vermeden Suriye’ye kaçtığını ve bu nedenle örgütümüz tarafından cezalandırılmasına karar verildiğini unutmayalım.
Mihrac Ural, Suriye’ye geçtikten hemen sonra, Suriye istihbarat örgütü Muhabarat tarafından, Türkiye sınırındaki Basid kasabasında mevzilendirilmiştir. 12 Eylül 1980 darbesiyle başlayan süreçte devrimciler Türkiye’den Suriye’ye akın akın geçmiştir. Gelenlerin pek çoğu THKP-C Acilciler örgütü taraftarı ya da militanlarıdır. Bu insanların ilk geldikleri yer, sınırın hemen öte tarafındaki kasabadır. Yani, Mihrac Ural’ın daha önceden Muhabarat tarafindan mevzilendirildiği alandır. Kaldı ki, başka bölgelere gelenlerin hemen tamamı Muhabarat tarafından yakalanarak ya da yönlendirilerek buraya getirilmiştir. 12 Eylül sürecinde Suriye’ye geçen tüm devrimciler bu gerçeği gayet iyi bilirler. Buraya geliyorlar ve Mihrac Ural’la tanışıyorlar. Mihrac’ın buradaki görevi, yanına gelen ve pek çoğu dil bilmeyen bu insanları “devrimci önder” edasıyla karşılayıp, eğitim olanaklarından, enternasyonal dayanışmadan, zindanlardaki yoldaşlardan, yeniden mücadeleye dönmekten, faşizme karşı savaşmaktan özellikle bahsederek, Muhabarat’ın daha önceden belirlediği hedeflere yönlendirmektir. Gelenler de zaten bu niyettedir. Amaçları bir süre burada kalmak ve şartlar olgunlaştığında yeniden ülkeye dönerek devrimci mücadeleye kaldıkları yerden devam etmektir. Böylece birleşilmiş olunuyor. Geriye kalan bu kişilerin askeri ve siyasi eğitim olanaklarıdır. Bu tür olanaklar da Suriye yanlısı filistinli örgütlerden sağlanıyor. Buraya kadar herşey normal görünüyor. Çok geçmeden birçok şeyin hiç de normal olmadığı kuşkusu kafaları kurcalamaya başlıyor. Kuşkular gün geçtikçe artarak yaygınlaşıyor. Kuşkuların yaygınlaşması ve yüksek sesle dile getirilmesi, işi çığırından çıkarıyor. İç çatışmalar ve ayrılıklar ortaya çıkınca, Mihrac Ural’ın yüzündeki devrimci maskesi düşmeye başlıyor. O yüzden, saldırganlaşıyor.
Günay Karaca niçin öldürülmek istendi?
Ahmet Çolak’ı kim öldürdü?
Müntecep Kesici (Şıh) niçin öldürüldü?
1981 yılının ortalarına doğru örgütsel yapımızın çok büyük bölümü Suriye’de Lübnan’da ya da hapishanelerde bulunuyordu. Suriye’de ve Lübnan’da bulunan örgüt militanları, bir süre sonra oradaki konumlarını sorgulamaya başladılar. Lübnan’da bulunanlar askeri eğitim diye nöbet tutmaktan ve sığınak kazmaktan bunaldılar. Suriye yanlısı filistin örgütü kamplarında her ay düzenli olarak aldıkları aylıklarını örgüte verdiler. Türkiye’ye dönmek istediklerini dile getirmeye başladılar. Suriye’dekiler de daha ne kadar bu alanda kalacaklarını yüksek sesle sorguladılar. Mihrac Ural’ın enternasyonalizm, devrimci Suriye, Hatay Sorunu ya da Türkiye’deki devrimci savaşa hazırlık adı altında attığı palavraların etkisi iyice azaldı. Türkiye’ye dönmek isteyenler binbir bahane ile engellendi. Türkiye’den yeni yeni insanlar getirilmeye devam edildi. Yine aynı dönemde, filistinli örgütler arasındaki anlaşmazlıklar her geçen gün büyüyor ve yer yer iç çatışmalara doğru hızla ilerliyordu. Örgüt tabanı filistinliler arasındaki anlaşmazlıklarda taraf olmak istemiyordu.
Örgütümüzün Kayseri bölgesi yöneticilerinden Günay Karaca, tam da bu dönemde Türkiye’ye dönme konusunda kararlı olduğunu belli etti. Günay Karaca yoldaş her türlü engelleme çabalarına karşın Türkiye’ye ilk dönenlerdendir. Geri dönmeye kararlı olduğu anlaşılınca, Suriye’de Mihrac Ural’ın korumalığını yapan ve akrabası olan Ertan’a, Mihrac’ın suç ortağı Pavyoncu Zafer, “Bu puştu alın, sınırı geçirdikten sonra kafasına sıkın!..” diye talimat vermiş.
Temmuz 1987’de Paris’e geldiğimde bu olayı bana, adı geçen şahıs bizzat kendisi anlattı. O zaman örgütten ayrılmıştı ve Suriye’de bulunduğu dönemde Mihrac Ural adına işlediği suçların vicdanını rahatsiz ettiğini söylemekten çekinmiyordu. “Verilen kesin talimata rağmen, Günay Karaca’yı öldürmedim!..” diye kendisini affetmeye çalışıyordu. Ertan bu olayı bana anlatırken yanında, aynı dönemde Suriye’de bulunan kardeşi İbo ile akrabası Damar ve hanımı vardı. Aynı şahıs, Orly’deki evinde o gün sadece bu olayı anlatmadı. Merkez Komite üyesi Hanna Maptunoğlu’na kurulan alçakça tuzağın nasıl ve kimler tarafından gerçekleştirildiğini de anlattı. Günay Karaca’nın öldürülemeyişi, THKP-C (Acilciler) örgütü militanlarına kurulan tuzağı sona erdirmedi.
Günay Karaca yoldaştan sonra, Ahmet Çolak yoldaşımız Türkiye’ye dönmek için yola çıktı. Sınırı geçer geçmez kurşunlanarak delik deşik edildi. Ahmet Çolak da Günay Karaca gibi mevcut ilişkilerden rahatsız olduğunu söylüyordu. Türkiye’ye dönerek mücadeleye devam etmek isteyen yoldaşlarla aynı düşünceyi paylaşıyordu. Ahmet Çolak yoldaşın Türkiye’ye dönmek için sınırı geçmesine kimin ya da kimlerin “yardımcı”olduğunu öğrenemedim. Bilen yoldaşlar varsa, bu konuda bildiklerini söylemeye davet ediyorum. Günay Karaca’yı götüren Ertan, Ahmet yoldaşı kimin götürdüğünü bilmediğini söylüyor. O dönemde Suriye’de bulunan birçok yoldaş Ahmet Çolak olayının son derece karışık olduğunun altını çiziyor. Günay Karaca yoldaşın gönderilmesi sırasında görülen zaafiyetin bir daha tekrar etmemesi için, gerekli önlemlerin alındığı anlaşılıyor. Ahmet Çolak yoldaşı öldürten biliniyor ama öldüren bilinmiyor.
Bir yandan yoldaşlara tuzak kuracaksın, öte yandan kimsenin inanmadığı yalan yazıcılığına devam edeceksin. 1981’de, (Cephe dergisi, sayı 2, sayfa 8’de) bakın ne yazmış bu sahtekâr “….. tespit edilen hedeflere hızla varıyoruz. Türkiye devrimci hareketinde soyutlanışımız sona eriyor. Çemberi kırdık. Oluktan boşalırcasına geliyoruz”. Kafasında hep “soyutlanma” korkusu taşıdığı görülüyor. Her yerde “çemberi kırdık” demeye özen gösteriyor. Korkuyor.
Müntecep Kesici (Şıh) niçin öldürüldü?..
Mihrac Ural’ın suçları saymakla bitmez. 12 Eylül sonrası “sol içi” çatışmalarda ilk öldürülerden birisi de, Müntecep Kesici yoldaştır. O ne derse desin, ister “kaza kurşunuyla öldü” desin, isterse “provakasyon sonucu istenmeden oldu” desin, hiç farketmez. 1987 yılında Suriye’de Müntecep yoldaşın öldürülmesi olayını sorduğum zaman bana anlatılanları biliyorum. Örgütün parçalanmak üzere olduğunu birtakım provakatörlerin tezgâhna geldiğini anlattıktan sonra bir kahraman edasıyla “İşte bu silahla öldürüldü!..” diye çekmecesinden çıkarttığı toplu tabancayı göstererek orada kaldığım süre içinde aynı silahı taşımam için bana vermek istediğini biliyorum. Neden taşımak istemediğimi de Mihrac çok iyi biliyor.
1982 yılında örgütsel yapımız tam bir alt-üst oluş halindedir. Örgüt içerisinde Suriye yanlısı güçlerin etkinliği her geçen gün artmaktadır. Suriye yanlıları ile Türkiye’deki devrim ve sosyalizm davasına sadık kalan yoldaşlar arasındaki açık çatışma başlamak üzeredir. Burada bir parantez açarak belirtmek zorundayım. Mihrac’ın gerçek niyetini bilmeyerek o dönem onunla hareket edenler daha sonra Mihrac’ı terk ettiler.
Bu seferki başkaldırı, Günay Karaca ve Ahmet Çolak yoldaşların durumundan farklıdır. Tek tek değil, Suriye’de Lübnan’da önemli sorumlulukları olan ve çevresinde ciddi taraftar kitlesi olan potansiyel bir güçtür. Müntecep Kesici yoldaş, Mihrac Ural soytarısına karşı olan bu gücün önderlerinden olduğu için katledilmiştir. Müntecep Kesici’nin ve onunla hareket eden bir gurup yoldaşın, Mihrac Ural’ın Suriye’de ve Lübnan’da «Acilciler örgütünü istihbarat örgütlerine peşkeş çekmeye çalıştığı» iddiasıyla, Türkiye’ye dönüş hazırlıkları yaptığını, o dönem Suriye’de bulunan herkes çok iyi bilir. Müntecep Kesici’nin öldürülmesi ve Müntecep yoldaşla birlikte hareket eden Aydın ile Hakan’ın da esir alınarak ölüm tehditleriyle işkence edilmesi, Mihrac’ı terketmek isteyenlere karşı açık bir tehdittir. Aydın ve Hakan bir süre sonra diğer devrimci örgütlerin araya girmesiyle kurtarılmıştır. Burada dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta var. Örgüt içerisinde ne zaman bir başkaldırı olsa veya ne zaman Türkiye’ye dönme eğilimi yüksek sesle konuşulmaya başlansa, Türkiye’de örgütümüze karşı polis operasyonu yapılmştır. Müntecep Kesici yoldaşın öldürülmesinden bir süre sonra Hatay’da İskenderun’da 81 kişi yakalanmıştır. Sanki, geri dönmek isteyen yoldaşlara “Giderseniz yakalanırsınız!..” mesajı verilmek isteniyor.
Mihrac Ural’ın sinsi planlarının hızla deşifre olmasını sağlayan olan asıl olay, Engin Erkiner’in örgütten ayrılmasıyla başlamıştır. Engin üç ya da dört ay kaldığı Suriye’den Avrupa’ya çıktıktan kısa süre sonra, kendi tabiriyle “bu adamdan bir bok olmaz” diye, örgütle ilişkisini kestiği zaman bu durumun ilerde yaratacağı sarsıntının farkına ilk varan sanırım Mihrac olmuştur. Müntecep Kesici ve arkadaşlarının da Engin’le bağlantılı olarak başkaldırdığını sanan (her iki ayrığın da birbirleriyle organize bağı yoktu) Mihrac Ural, Engin Erkiner hakkında yoğun ve pis bir kampanya başlattı. Her türlü tehdit şantaj ve karalama kampanyasıyla örgüt üyelerini Engin Erkiner’e karşı tavır almaya zorladı. Suriye’den başka hiçbir bölgede başarılı olamadı. Engin Erkiner’in bu örgütün kurucularından olması, o güne kadar örgütümüzün teorik yazılarının tamamını yazmış olması, Mihrac Ural için dayanılmaz bir sancı kaynağıdır. Kendi çapsızlığının da farkında olduğu için mevcut durumu kabullendi. Ayrılık, o güne kadar birikmiş kinlerin kusulmasına vesile oldu. Şimdi, aradan geçmiş 30 seneye rağmen, “belge yayınlıyorum” diye ifade kırıntıları yayınlayan ve herşeyi çarpıtan bu sefilin amacı, kafa bulandırmaktır. Devrimciler için tuzak kurmaktadır. Özellikle eski yoldaşlar hiçbir şeyle uğraşmasın. Uğraşmasınlar ki, kendisiyle uğraşılmasın!..
Süleyman Kılıç, Vedat Erdal, Selahattin Kaya, Kuvvettin Külekçi ...
Sene 1983. Günay Karaca örgütten ayrıldı. Ahmet Çolak, Türkiye’ye dönerken sınırı geçer geçmez kurşunlanarak öldüdüldü. Müntecep Kesici örgütten ayrılarak Türkiye’ye dönmek istedi, Suriye’de vurularak öldürüldü, birlikte hareket ettiği Aydın ve Hakan alınarak işkence edildi. Hatay ve İskenderun’da örgüte yönelik polis operasyonu başladı, 81 kişi tutuklandı. Türkiye’ye geri dönüş olanakları her geçen gün zorlaşmaya başladı. Engin Erkiner’in örgütten ayrılmasının etkisi azalmış gibi görünürken, Suriye yanlısı filistinli örgütler ile Arafat’ın başını çektiği El Fetih örgütü arasındaki anlaşmazlıklar çatışmaya dönüştü.
THKP-C Acilciler örgütünü pek fazla ilgilendirmemesi gereken filistinliler arası anlaşmazlık, Mihrac Ural adlı içimizdeki hain vasıtasıyla kendi iç sorunumuz olarak önümüze konuldu. MK üyesi Hanna Maptunoğlu yoldaş “Filistinlilerin kendi aralarındaki anlaşmazlıklar bizi ilgilendirmez!..“ diyerek tarafsız kalınması için ısrar etti. Mihrac Ural, Suriye yanlısı örgütler ile birlikte Yaser Arafat’ın El Fetih örgütüne karşı savaşılmasını savunuyordu. Aynı dönemde içinde yer aldığımız Faşizme Karşı Birleşik Direniş Cephesi (FKBDC) de tarafsız kalma yönünde karar aldı. Mihrac Ural ile Hanna Maptunoğlu bu nedenle karşı karşıya geldiler ve birbirleriyle konuşmayı kestiler. O sırada filistinli örgütler arası savaş bütün hızıyla sürüyor ve Mihrac Ural’ın ısrarı ve zorlamasıyla yoldaşlarımız bulundukları alandan geri çekilmedi. Süleyman Kılıç, Vedat Erdal, Selahattin Kaya bu sırada öldürüldü. Kuvvettin Külekci yoldaş üç yoldaşıyla beraber esir düştü ve daha sonra Arafat’ın El Fetih örgütü tarafından işkence edilerek öldürüldü. Mihrac Ural adlı yalan yazıcı sahtekâr, yoldaşlarımızın işte böyle öldürülmeleri olayını “enternasyonalizm adına devrimci savaşta şehit düştüler“ diyerek devrimcilere yalan söyledi.
Mihrac Ural’ın o dönemde yazdığı yazıları yanyana getirdiğimiz zaman gerçek yüzü kendiliğinden ortaya çıkıyor.
4 aralık 1983 tarihli, THKP-C Acilciler MK bildirisi:
« Yoldaşlarımızın şehit oluşu ve FKÖ’deki çatışmalarda tavrımız »
« Tavrımız, FKÖ iç çatışmalarında taraf değiliz. Filistin devrimi bir çıkmaz içindedir. Kaynakları görünürdeki sorunlar değildir. ... filistin halkının tarihinde kazanmış olduğu ve dünyaca saygınlık gören kurtuluş örgütlerinin birliğini korumak bu günün temel görevidir; buna rağmen ilişkilerimiz gereği yoldaşlarımız yalnız nöbet işleriyle görevli olmuştur. Çatışmalar nehir el barid muhayyeminden beddevi’ye sıçrayınca, çatışmaların yoğunluğu arttı. Beddevi’nin Arafat kuvvetlerinden diğer kanada geçişi sırasında aynı alanda nöbetçi olan yoldaşlar saika örgütünden o sırada ayrılarak Arafat’a katılan ve dolayısıyla yoldaşlarımızın nöbet alanı arkasına düşen bir ketibe (30 kişilik askeri birlik) tarafından sorgusuz sualsiz vurularak şehit edilmiştir. »
Bu açıklamayı okuyanlar yoldaşlarımızın taraf olmadığı bir savaşta nöbet tutarken yanlışlık sonucu öldürüldüğünü sanacak. Burada, ne enternasyonalizm adına bir savaşta yer aldıkları belli, ne de kahramanca savaştıkları yazıyor. Nöbet tutarken sorgusuz sualsiz öldürüldükleri var. Sorgu sual olsaydı belki de öldürülmeleri gerekmezdi deniliyor. İşin aslı bu değil elbette. Gerçeğin böyle olmadığı bir başka bildiride açık seçik itiraf ediliyor.
Burada bir hatırlatma yapmak zorundayım. Mihrac Ural bu açıklamayı “Türkiye Halk Kurtuluş Partisi – Cephesi (Acilciler)“ örgütüne yazıyor, ama aynı gün baska bir açıklama daha yazıyor. Peki onu kimler için yazıyor dersiniz?
Çok önemli, aynı tarihte iki ayrı bildiri, her ikisi de “THKP-C (Acilciler) MK“ imzalı. İkinci bildiride aynen şöyle yazıyor:
« Ölüm bitmek değildir, devrim sürüyor!.. »
« Acilci koministler orta-doğu halklarının emperyalizme, siyonizme ve bölge gericiliğine karşı yürüttüğü şanlı savaşında aktif olarak yer aldılar, alıyorlar ve alacaklar. Genel sekreter Mihra Ural yoldaşın vurguladığı üzere…. Orta-doğudaki her devrimci, orta-doğu halklarının, emperyalistler, siyonistler ve gericiler tarafından maruz kaldığı saldırılar karşısında kaderiyle ölmemelidir şiarını Hanna (Ali Seyit) yoldaş ve Süleyman Kılıç, Vedat Erdal ve Salahattin Kaya yoldaşlar ete-kemiğe büründürmüşlerdir. »
Birinci açıklama, Türkiye Halk Kurtuluş Partisi – Cephesi (Acilciler) örgütü adına yoldaşlara hitaben yazılmış. Ayn gün ikinci açıklama, Türkiye’deki Hataylı’ların Kurtuluş Partisi – Cephesi (Acilciler) adına yazılıyor, Suriye’nin istihbarat örgütü Muhabarat’a ve Cemil Esad’a veriliyor.
Mihrac Ural’ın kim olduğunu bilmeyen varsa, Türkiye’deki Hataylı’ların Kurtuluş Partisi – Cephesi (Acilciler) örgütünün nasıl birşey olduğunu öğrenmelerini önermek durumundayım.
Mihrac Ural’ın, Türkiye Halk Kurtuluş Partisi – Cephesi (Acilciler) örgütü ile hiçbir ilgisinin olmadığını çok iyi bilenlerdenim. En başta da Ali Sönmez bilmektedir.
Mihrac Ural bunca çabasına rağmen Suriye istihbarat örgütü Muhabarat’ta ve Cemil Esad’a olan sadakatini yeteri kadar ispat edemediğini düşünerek bir başka yaz daha yazmış. Yazının başlığı, ilginç:
« Trablus'ta Oynanan Oyun »
« Trablus’taki aynı taktiği 83’te devreye sokan Yaser Arafat, Suriye’nin kendisine ve FKÖ’ye saldığını bahane ederek devrime açık ihanetinin başlangıcı olan Kahire’ye gidişini haklı gösterme amacı ile Trablus çatışmalarını senaryo olarak kullanmıştı. Şam’da imzalanan anlaşma ve demokrasi güçlerinin politik askeri üstünlüğü temelinde artık hiçbir güç Trablus’u 4 Ekim sürecine döndüremez. Trablus’daki zafer tıpkı 85 Kasım’ında Yaser Arafat gericiliğine karşı kazanılan ilerici güçlerin zaferi kadar anlamlı olacaktır. O gün enternasyonalist ilkelerimize uygun olarak aldığımız çatışmalara katılma kararımızz bugün sonuçlarını vermektedir. Aynı alanda bölge gericiliğine karşı savaşta Filistin ve Lübnan demokrasi güçleriyle ortak katıldığımız (ve 4 yoldaşımızı katletme pahasına) 83 Kasım’ında gericiliğe büyük darbe indirilmesine rağmen yok edilemeyen gericilik bu savaşta nitelik belirleyici darbe yemiştir. Trablus savaşı, ilericiler lehine büyük oranda tamamlandı. Savaşın politik ve sosyal kesimi halen sürüyor. Çatışmaların Suriye kuvvetlerinin Trablus’a 6 Ekim’de girmesiyle birlikte bitmesi üzerine gericiler hedeflerine ulaşamadılar. »
Bu kadar!.. Bu yazıyı kim yazmış olabilir? Suriye silahlı kuvvetler komutanlığı mı? Suriye istihbarat örgütü Muhabarat mı? Türkiye Halk Kurtuluş Partisi – Cephesi (Acilciler) mi? Yoksa, “Türkiye’deki Hataylı’ların Kurtuluş Partisi – Cephesi (Acilciler)“ mi? Hangisi dersiniz? Türkiye Halk Kurtuluş Partisi – Cephesi (Acilciler) örgütünün hangi üyesi, bırakınız üyesini, hangi sempatizanı bu ihanet belgesini onaylar?
“Çatışmalara katılma kararımız bugün sonuçlarını vermektedir” diyor. Bu sonuçlar ne olabilir dersiniz? Acilciler 12 Eylül zulmünden orta-doğuya filistinliliere karşı savaşmak için mi geldiler? Elbette hayır.
Süleyman Kılıç, Vedat Erdal, Salahattin Kaya yoldaşlarımız, Mihrac Ural adlı hainin örgütümüze karşı kurduğu tuzağın kurbanı olarak Arafat’ın El Fetih örgütü savaşçıları tarafından öldürülmüştür. Kuvvettin Külekçi yoldaş nasıl öldürüldü peki?..
Mihrac Ural yazıyor. 10 Ocak 1984, Cephe, sayı 22.
THKP-C (Acilciler) MK Açıklaması :
« Enternasyonalizm için düşenler, halkların bilincinde yaşar!.. »
« 1963 Sivas doğumlu Kuvvettin Külekçi (Haydar) yoldaş bu çatışmalar sürecinde 4 yoldaşımız şehit 4 yoldaşımız da esir edilmişti. Esir edilen yoldaşlarımızdan biri daha gericiler tarafından insanlık dışı bir tarzda öldürüldü. Gericilerin eline yaralı olarak geçen yoldaşımız Kuvvettin Külekçi’ye ağır işkenceler yapılmış; tedavi edilmemiş ardından da gericiliğin vahşetine yakışır bir biçimde katledilmiştir. » Herşey ortada, fazla söz gerekmez.
Hanna Maptunoğlu’nu kimler nasıl öldürdü?..
Olay şöyle gelişiyor. Trablus’ta filistinli örgütler arasında silahlı çatışma var. Mihrac Ural bu çatışmalarda, Yaser Arafat’ın El Fetih örgütüne karşı, Suriye yanlısı diğer filistinli örgütlerle beraber savaşılmasından yana. Hanna Maptunoğlu filistinli örgütlerin kendi aralarındaki savaşa karışmaya kesinlikle karşı çıkıyor. Bu nedenle Mihrac ve Hanna biribirinin yüzlerini görmeye tahammül edemeyecek duruma geliyor ve konuşmuyorlar. Öte yandan, Hanna’nın şiddetle karşı çıkmasına rağmen, Mihrac’ın istediği gibi örgütümüz militanlari FKÖ’ye karşı savaşmaya devam ediyor. 16 Kasım 1983’te Yaser Arafat’ın El Fetih gerillaları, Süleyman Kılıç, Vedat Erdal, Selahattin Kaya yoldaşlarımızı öldürüyor. Ayrıca dört yoldaşımızı da esir alıyor. Yaralı olarak esir alınan yoldaşlardan Kuvvettin Külekçi daha sonra öldürülüyor. Gece gelen bu haber üzerine Hanna Maptunoğlu yoldaşa öldürülen yoldaşların cenazesini gidip getirme görevi veriliyor. Hanna Maptunoğlu sabah erkenden kendi kullanacağı arabayla yola çıkacak ve Trablus’ta öldürülen yoldaşların cenazelerini alacak. Günay Karaca yoldaşa kurulan ve başarılı olmayan tuzak bu sefer Hanna Maptunoğlu için kuruluyor. Bu seferki emir, bizzat Mihrac Ural tarafından yine aynı kişiye veriliyor. Ertan'ın Mihrac Ural’dan görev, Hanna Maptunoğlu yoldaşın sabah erkenden kalkarak filistinlilerin öldürdüğü yoldaşların cenazelerini alıp getirececeği «arabanın freniyle oynamak». Verilen görev o gece yerine getiriliyor ve Merkez Komite üyemiz Hanna Maptunoğlu yolda kaza geçirerek ölüyor.
Ertan adlı kişiye buradan yeni bir çağrı yapıyorum. Mihrac Ural’ın sana verdiği emir gereği yapılmış bu ihanetin ayrıntılarını açıklamalısın. Orly’deki kendi evinde, kardeşinin, eşinin, akraban olan Damar’ın yanında ağlayarak anlattığın bu olayı eski yoldaşların ve tüm devrimci demokratik güçlerin önünde tekrarlamak zorundasın. Bir zamanlar uğruna savaştığın değerlere karşı bu bir görevdir. Bu görevi yerine getir ki, Mihrac Ural gibi devrimci kılığında içimize sızmış hainlerin gerçek yüzü açığa çıksın. Bir zamanlar içimizde bulunan ihaneti devrimciler demokrartlar tanısın. Bilmeyenlerin veya bildiklerinden kuşku duyanların gözleri açılsın. Bana ağlayarak anlattığın bu olay üzerine kardeşin ve eşin de çok şey anlattılar, biliyorsun. Bunları şimdi yazmayacağım. Ama sırası geldikçe yazmaktan geri durmayacağım. Hanna Maptunoğlu yoldaşımızın ölüm haberini aldığınızda Mihrac Ural’ın söylediği «Tanrı bizimle arkadaşlar, tanrı bizimle. Bir pislikten kurtulduk işte!..» diye çığlık attığını da anlatan sensin. Dayanamayıp dışarı çıktığını ve sahilde ağladığını da orada sen anlattın. Susmamalısın, konuşmalısın. Sen konuş ki, Mihrac’ın çenesi kapansın.
Mihrac Ural’ın yazdığı yalanlara rağmen, Hanna Maptunoğlu’nun dört yoldaşıyla birlikte enternasyonalist kavgada ölmediğini, o dönem suriye de bulunan herkes çok iyi biliyor. Lakin, “trafik kazası”nın altında yatan asıl gerçeği bilenler azınlıkta kalıyor.
Mihrac Ural kime hizmet ediyor?..
Mihrac Ural’ın kimlere hizmet ettiğini en iyi bilenlerden biri, uzun yıllar en yakınında bulunan ve herşeyini paylaştığı Ali Sönmez’dir. Ali Sönmez’i Acilciler örgütünde tanımayan yoktur. Tanıyanlar, Mihrac Ural ile olan samimi ilişkilerini de bilirler. Bu ikili her yerde birbirlerine destek olmuş, birbirlerini korumuş kollamış ve birbirinden hiç ayrılmamıştır. Ali Sönmez, Engin Erkiner’le birlikte hapishaneden kaçtığı zaman kendisini ben buldum ve Adana’ya gitmesini sağladım. Engin Erkiner’le ben İstanbul ‘da kaldık. Ali Sönmez’i, Adana’ya gidişinden bir ay sonra tekrar gördüm. Güney bölgesi sorumlusu idi. Bu görüşmemizde bir takım kararlar aldık ve ben tekrar İstanbul’a döndüm. Dönüşümün üzerinden bir hafta dahi geçmemişti ki, Ali Sönmez’in Suriye’ye gittiğini duydum. Ne bize haber vermişti, ne de başkalarına. Mihrac Ural «Herşeyi bırak, atla gel... » dediği için gitmişti. Kısa bir süre sonra ben yakalandım ve Ali Sönmez’den 7 sene haber alamadım. 1987’de hapisten çıkıp Suriye’ye geçtiğim zaman önce Ali Sönmez’i görmek istedim. Şam’da kalıyor, dediler. Benim geldiğimi duyduğu halde yanıma gelmemesinin önemli bir nedeni olmalıydı. Mihrac’a sordum, “Ali neden gelmiyor, görmek istiyorum“ dedim. Ali Sönmez’in eskisi gibi olmadığını, bitmiş kişilik olduğunu, sadece eski sadakati nedeniyle MK üyesi yapıldığını, aslında herşeyi bıraktığını anlattı. Tüm yoldaşların önünde onu küçük dürecek ne varsa dalga geçerek konuşuyor ve böylece bana da üstü örtülü mesaj veriyordu. “Ali Sönmez’le samimi olma, o eski Ali değil!..” diyordu. Ali Sönmez üç ay sonra Lazkiye’ye ziyaretime geldi. Mihrac Ural, Ali Sönmez’i görünce bana anlattıklarının tam tersine Ali’ye öyle yağlar yakıyordu ki, şaşırdım kaldım.
Ali ile başbaşa kalınca konuştuk. Bana söylediklerini aynen aktarıyorum: « Yoldaş, Mihrac Ural bu örgütü sattı. Ne devrim, ne sosyalizm, ne de Türkiye diye bir derdi yok. Tacettin Sarı ile birlikte Muhabarat hesabına çalışıyorlar. Cemil Esad’ın emriyle, “Türkiyeli Hataylı’ların Kurtuluş Partisi – Cephesi (Acilciler)“ diye bir örgüt kurdular. Herşey bu örgüt için yapılıyor ve bizim örgütümüz paravan olarak kullanılıyor. Mihrac bana bu örgüt için çalışmamı söyledi. “Türkiye’de bir bok olmaz, artık herşey bitti, deli olma, ömrümüzün sonuna kadar bize yetecek paramız var, imkânlarımız var, çevremizde yığınla insan var...“ diye ahlâksız tekliflerde bulundu. Kabul etmediğim için benim hakkımda herşeyi yapıyor. Ben bunları bilmeme rağmen, içerdeki yoldaşların, yani sizlerin çıkmasını bekliyorum. Sırf bu yüzden ayrılmadım, bekliyorum. Bu örgütte tek ben kalsam bile mücadele edeceğim!..» dedi.
Öyle şeyler anlatıyordu ki, insanın inanası gelmiyordu. Örgütü bu pislikten kurtarma kararı aldık. Beraber hareket etmemiz gerektiği üzerinde anlaştık.
Bu olaydan birkaç ay sonra, ikimiz de MK kararıyla yurtdışına çıktık ve Paris’e geldik. Paris’te Salih’in evinde 30 kişilik örgüt militanlarıyla yaptığımız Fransa toplantısı sırasında Ali Sönmez, Mihrac Ural için “Bu adam faşittir, arkadaşlar gözlerinizi açın artık!..“ diye ateşli bir konuşma yaptı. Bu konuşmayı orada bulunan herkes duydu. Özellikle MK üyeleri (benimle birlikte, Salih ve Pavyoncu Zafer) duydu. Hiç kimse sesini çıkartmadı. Bu olaydan sonra, Ali Sönmez için “Suriye’de öğrenim gören kardeşiyle birlikte Türk polisine bilgi aktarıyor, muhbir!..“ diye dedikodu yaygarası yapıldı. Ali o günlerde benim evimde kalıyordu. Ali’nin MK‘nin oybirliği ile hem MK’den hem de örgüt üyeliginden atılması için bana yapılan baskıları kabul etmedim. “Evden at!..“ dediler, yine kabul etmedim. “İhracını onayla!..“ dediler, reddettim. Tüm gelişmelerden Ali‘yi haberdar ettim. Bana baskı yapıyorlar, senin ihbarcı olduğun gerekçesiyle ihracına onay vermemi istiyorlar, birşeyler yap dedim. “İstediklerini yapsınlar, istersen sen de imzala. Ben yapacağımı biliyorum!..“ diyordu. Mihrac Ural’ın tüm pisliklerini açıklayacağını tekrarlayıp durmasına rağmen bir ay sonra herşeyden elini ayağını çekti ve Almanya’ya yerleşti. Daha sonra kendisinden haber almak mümkün olmadı. Mihrac Ural da Ali Sönmez Dosyası diye yayına hazırlayıp beklettiği dosyayı bir daha açmadı. Aralarında nasıl bir pazarlık olduğunu bilmiyorum.
Ali Sönmez neden yapacağım dediği şeyleri yapmadı, Mihrac Ural neden Ali Sönmez ve kardeşi için hazırlayıp beklettiği bu dosyayı yayınlamadı, aralarında gizli pazarlık olmadıysa Ali Sönmez neden susuyor? Nedenlerini biliyorum. Şu an üzerinde çalıştığım anılarımın yazılması bittiği zaman okuyucuların da bunları detaylarına kadar öğreneceklerini söylemekle yetiniyorum.
Buradan bir kez daha çağrı yapıyorum. Ali Sönmez, aynı dava için uzun yıllar birlikte mücadele ettik. Şimdi aramızda olmayan ya da halâ o davaya saygısı olan olan eski mücadele arkadaşlarına ve yoldaşlarına bir vicdan borcun var. Acilciler örgütünün kimlere nasıl peşkeş çekildiğini açıklamak zorundasın.
Suriye devlet başkanı Hafiz Esad’ın kardeşi “Cemil Esad’ın ziyaretine sakın gitme!..“ diye beni niçin uyardın? Cemil Esad’ın ziyaretine “Türkiye Halk Kurtuluş Partisi – Cephesi (Acilciler) örgütünün Türkiye sorumlusu“ olarak birkaç kere gittiğimi sana söylediğim zaman, «Yoldaş, senin yanındakiler, Mihrac ve Yusuf, senin söylediklerini kendi istedikleri gibi tercüme ediyor. Sen ne söylersen söyle onlar seni Türkiye’deki alevilerin temsilcisi diye tanıtıyor!..“ diye beni uyardın. Bunu nereder biliyordun?..
Mihrac Ural’ın yıllar önce sana yaptığı para teklifi, bana yapıldı. Örgütten ayrılmak üzere olduğum günlerde Mihrac Ural ve eşi Suriye’den Paris’e geldiler. Yanlarında MK yedek üyesi Kerem (Ozan Nidal) ve benden sonra Fransa sorumlusu yaptığı ve bir yıl sonra da “karanlık adam“ diye hakkında yazı yazdığı Kayserili Hasan vardı. Paris’in banliyölerinden Grigny’deki evimde uzun süre tartıştık. Suriye’den getirdikleri hediyelerle birlikte yanlarında bir de çanta vardı. İkna olmayacağımı anlayınca, tam bir tüccar mantığıyla çantayı açtı ve içindeki 300.000.- Fransız frangını çantayla birlikte bana doğru iterek, “Yoldaş mademki örgütten ayrılmaya kararlısın, sen bugüne kadar uzun yıllar hapis yattın, örgütün en ağır yüklerini taşıdın, tek başına buralarda nasıl yaşarsın. Bari şu parayı al, bu para örgütün sana olan borcu sayılır. Bu parayla kendine yeni bir hayat kurarsın...” diyerek suspayı rüşveti teklif etti. İşte o an aklıma, sana da aynı teklifin yapılmış olduğu geldi. Kusacak gibi oldum. Ayrılma kararımın ne kadar yerinde olduğunu daha iyi anladım. Daha sonra, tehditler karalamalar ve polistir ajandır suçlamaları geldi. Buna rağmen birkaç kere daha karşılaştığımızı hatırlıyorum. “Sen sus, sen susarsan ağzımı açmam. Biz örgütüz, sana kimse inanmaz, bize inanırlar“ diye bana geri adım attırmayı defalarca denedi. Mihrac Ural’in ihanetini görüp de susmak, uğruna mücadele ettiğin değerlere lanet okumak demektir. Bu senin için de öyledir. Öyle olmak zorundadır. Herkes için böyle olmalıdır.
Son dönemlerde yeniden “Türkiye Halk Kurtuluş Partisi – Cephesi (Acilciler)” örgütünün genel sekreteri olduğunu iddia eden bu soytarının aslında üçüncü sınıf bir istihbarat elemanı olduğunu bilmeyen yok. Üçüncü sınıf bir istihbarat elemanı tabirini bilinçli olarak kullanıyorum. Çünkü onun iki kat üzerinde Tacettin Sarı vardır. Tacettin Sarı Hataylı’dır ve Mihrac tarafından Acilciler’in Türkiye sorumlusu yapıldı. 12 Eylül darbesinden bir ay kadar önce kimseye haber vermeden Suriye’ye kaçtı. Örgüt suçu işlediği gerekçesiyle hakkında cezalandırılma kararı alındı. Buna rağmen,1987 yılında Suriye’de Mihrac Ural’ın yanında karşıma çıktı. Muhabarat subayı olduğunu orada öğrendim.
Mihrac Ural hangi örgütün arşivini araştırmacılara açacak?..
Varlığı devam eden illegal örgütün arşivi araştırmacılara açılır mı? Silahlı mücadele verdiğini iddia eden örgüt arşivi dosta düşmana açılabilir mi? Mihrac Ural bu vesileyle örgüt olmadığını itiraf etmiş olmuyor mu?..
Örgüt arşivini araştırmacılara açmak için önce karar vermesi gerekecek. Hangi örgütün arşivi açılacak? 1982 sonunda başlayarak 1983 ortalarında tasfiye edilen “Türkiye Halk Kurtuluş Partisi – Cephesi (Acilciler)“ örgütünün arşivi mi? Yoksa,1983 ortalarına doğru kurduğu “Türkiye’deki Hataylı’ların Kurtuluş Partisi – Cephesi (Acilciler)” örgütünün arşivi mi? Hangisi araştırmacıların hizmetine açılacak?
Aslında her ikisini birden hizmete açarsa en doğrusunu yapmış olur. Örneğin, 1980 yılında “Karanlık Adam” diye polis ilan ettiği ve öldürttüğü Ali Çakmaklı dosyasını araştırmacılara açmalı. Önce bu dosya ile başlamalı ki, devrimcileri polis diye öldürtmeye başladığı tarih bilinsin. Bu dosya açılırsa, 1978’de Lazkiye’de en az 10 tane örgüt üyesi yoldaşın yanında, “Ali polis falan değildi, o dönemin şartları onu öyle icap ettiriyordu!..” diye itiraf ettiği de bilinsin. Bilinsin ki, Ali Yıldırım adındaki devrimcinin katili olduğu daha fazla karanlıkta kalmasın. Engine Erkiner hakkında unuttuğu açıklanmamış belge bilgi varsa onlar da açıklansın. Daha sonra, Günay Karaca ve Ahmet Çolak gerçeği ortaya çıksın. Suriye’de öldürülen yoldaşlarımızın niçin öldürüldüğü özellikle bilinsin. Ardından benim nasıl azılı MİT ajanı olduğum bir kez daha kanıtlansın. Ali Sönmez dosyası tozlu raflardan aşağı insin, Türk polisine ve MİT’ine kardeşiyle birlikte nasıl bilgi sızdırdıklarını kamuoyu öğrensin. Libya sorumlusu Sami’nin niye öldürüldüğü biliniyor ama nasıl öldürüldüğü pek bilinmiyor, kamuoyu bu konuyu da öğrensin. 1981’den başlayarak on seneye yakın birlikte çalıştığımız Yusuf’un, hangi nedenlerle bizzat Mihrac Ural tarafından öldürüldüğünü unutmasın. Yusuf (Zihni Alan)’un aniden polis olduğunu tesbit ettiğine göre, Mihrac’in takdire şayan bir kişilik olduğunu tarihler yazsın. Kayserili Hasan dosyası da unutulmasın, en son karanlık adamdır dediğin Hasan’ın boynu bükük kalmasın.
Bütün bunların açıklanması gerçekten önemlidir. Bunlar mutlaka açıklanmalıdır. Açıklanmazsa, önemli sırlarımızın kötü niyetli düşmanların eline geçme ihtimali vardır. Bu sırlar mutlaka korunmalı, kesinlikle deşifre edilmemelidir. İllegal silahlı devrimci örgütün sırlarını açıklama şerefi şerefsizlere bırakılamaz!..
Örnek veriyorum. Son zamanlarda, sosyalist devletlerle olan ilişkilerden bahsedip duruyorsun ve bu devletlerle yapılan görüşmeleri yazışmaları araştırmacıların bilgilerine sunacağından dem vuruyorsun. Devletler diye çoğul takısı kullanmana şaşırdım. Benim bildigim, Ali Sönmez kanalıyla kurulmuş bir tek ilişki vardı. O ülkeye, ben gitmedim, diğer MK üyeleri gittiler ve bir ay kalarak geri döndüler. Hatırlıyor musun, o ülkenin başkentinde ülke liderinin heykeli önünde, sen, Ali Sönmez, Salih ve Pavyoncu Zafer bir pankart açmış ve birçok fotoğraf çektirmiştiniz. Sahi, o pankartta ne yazıyordu ve o fotoğraflar Suriye’de kimlere verildi. Örgüt üyelerinden, “Aman haa, görmesinler!..“ diye özenle sakladığın bu fotoğrafları da araştırmacıların hizmetine sunacak mısın?
Bu ülke ile ilişkinin akibeti ne oldu, hatırlıyor musun? Hatırlamaya çalış, o ülkenin Suriye konsolosunun Lazkiye’de “Meridyen Oteli”nde bizleri nasıl tehdit ettiğini kimseye anlatma, olur mu? Sahi niçin tehdit edilmiştik, hatırlıyor musun? Bu olay üzerine ben MK üyeliğinden istifa etmiştim, sen kabul etmemiştin.
Mihrac Ural, sakın ha, sakın gaza gelme, “Leninist 1. Kongre” rezaletinden kimseye bahsetme. Kongre delegelerini daha fazla mahcup etme.
Cemil Esad’ın önünde, PKK Genel Başkanı Abdullah Öcalan’ın şaşkın bakışları altında, Kongre üyelerine arapca olarak attırdığın sloganların içeriğini açıklama gafletine kalkma. Sahi o sloganlar neydi öyle? Cemil Esad’ın ayakta alkışladığı bu sloganların ne olduğunu, verilen bir saatlik arada, bütün üyeler birbirlerine sorup öğrenmeye çalıştı. Bu sloganların içeriğinin ne olduğunu araştırmacılara sakın söyleme.
Bir konuyu daha kesinlikle açıklama. Suriye’den Türkiye’ye yollanan örgüt üyelerinden ilk iki ay içinde yakalanmayan kaç kişi var? Neden acaba hiç düşündün mü? Örgüt içinde herşeyi bilen bir “karanlık adam“ olabileceği hiç aklına geldi mi? Şöyle bir düşün, hiç aynaya baktığın oldu mu? Olduysa, sakın gördüğün “karanlık adam“ı açıklama. Türkiye ile Suriye arasında geçişleri organize eden, Adana ve Hatay emniyetinde muhbir eleman olarak çalışan, yıllardır sana kuryelik yapan, Hatay’ın Samandağ ilçesinin Yayıkdamlar köyünden Ali Hamam’ın adını kimselere söyleme. Bu kişiyi Suriye’de sorguya çektim, suçunu itiraf etti, yaptığı pisliklerin hepsini kabul etti. Bu olaydan sonra ben Fransa’ya geldim. Telefonda sordum, “Tamamdır yoldaş alınan karar uygulandı“ diye bana yalan söyledin. Bu kişiyi niçin görevlendirmeye devam ettin? Bu kişinin rehberlik yaptığı yoldaşların akıbeti ne oldu? Polis muhbiri olduğunu hiçbir baskı altında kalmadan itiraf eden bir kişi nasıl oluyor da aynı görevini sürdürmeye devam ediyor.
1987’de Anavatan Partisi (ANAP) binalarına yönelik ve adına “Büyük Balık Operasyonu” dediğin bombalama eylemlerini kim adına ve neden yaptırttın? Biliyorsun, örgüt MK’sinin aldığı karar bu değildi. Bu kararı sana kim aldırttı? Bu eylemlerin arkasında yazdığın o yüz kızartıcı bildiriyle kimlere mesaj verdin? Turgut Özal’ın hanımına, “Eşine söyle, eline beline diline sahip olsun!..” derken ne demek istedin? Bu duyulursa, Cemil Esad’ın Murtada hareketi ile bağlantılı olduğun iddialarına sen bile engel olamazsın.
Son olarak, “Liva İskenderun” olarak adlandırdığın ve “Anavatan Suriye’den zorla ilhak edilmiştir!..“ diye kendini yırtarcasına feveran eylediğin konulara da fazla girmemelisin. Orta-doğuda çıkan arapca dergilerde yayınlanan yazıları eşine okutup tercüme ederek ve sağını solunu değiştirerek kendi adınla Türkiye’deki siyasi dergilerde yayınladın, yayınlamaya da devam ediyorsun. Öyle derin yazılar yazmanın sırrını kimseye açıklama. Boşver, bırak insanlar bu yazıları senin yazdığını sansınlar!..
3 Aralık 2008